Kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydik vakti zamanında. Sonra çekirge sürüsünün talanı gibi girdiler memlekete. Akılları yoktu, ruhları yoktu, saygıları yoktu. Büyük yağmaya dualar okuyarak başladılar. Satmaktı tek dertleri... Her şeyi sattılar. 12 yılda tek bir fabrika dikmeden/kurmadan, fabrikasından limanına, toprağından suyuna kadar her şeyi satıp paraya çevirdiler. Kendi ağızlarıyla söylediler, 'Ben Türkiye'yi pazarlıyorum' diye, alkışladık.
'Bu yüzükten başka bir servetim' varsa şöyle olayım, böyle olayım; zengin olursam haram yemiş sayın beni falan diyenler o kadar tuttu ki yüklerini, anlatmak için satırlar yetmez. Dünün 'sümüklüsü' bugünün beyi oldu, hepimiz biliyoruz.
Bu yağma şöleninde halkın ses çıkarmaması için mutlaka yağmadan pay aldırılması gerekiyordu. Nasıl alacak, ne kadar alacak, nereden alacak...
Kişi ne kadar yakınsa alacağı pay o kadar büyüktü. Onların işlerini ne kadar bitirirse o kadar nemalanacaktı... Basit bir kimya denklemi gibi ne vermişse o kadar alacaktı. Eski bir belediye geleneğiydi bu. Örneğin bu geleneğin parçası olan rüşvet, ta Rüstem Paşa zamanından beri yasal olmasa da göz yumulan, yerleşmiş bir uygulamaydı.

*

Öte yandan bin yılları aşkın süredir var olan tarikatlar, cemaatler hiçbir zaman dini örgütler olmadılar. Dinleri fark etmeksizin, onlar hep sekülerdi, bakmayın din, iman dediklerine. Dinsel bir 'language'i olan seküler bir 'tongue'...  Öz olarak: çıkar örgütü. Örgüte katılanlar örgütün faaliyetlerinden, ilişkilerinden nemalandılar. Yeni dönemde onlara daha da büyük iş düştü.
Örgütlenmek, büyümek; büyüdükçe daha çok din sömürüsü yapmak için bulunmaz bir fırsattı yaşanılan yıllar ve ortam.
İktidar 'Müslümanlaşınca', toplum da Müslümanlığı, İslam'ı yeni öğrenir gibi yaptı. Dedesi de namaz kılardı, babası da oruç tutardı oysa. Annesi sünnet düğününde, 'pipi pilavı' dağıtırken, vacip bile olmayan bir uygulama için mevlit okutmuştu kendisine... Hatta AKP iktidarında, bu iktidardan önce kendinin gittiği Cuma namazlarını bile unuttu. Unuttu çünkü bugüne kadar bu işleri Türk olarak yapıyordu. Araplaşmak, ibadetini Arap olarak yapmak, yeni bir dinamizm kazandırmıştı... İmam Hatip tartışmaları sürerken Türklerden çok sayıda Arap devşirildi. Arapça bilmeyen Araplar olduk.
İnanmıyorsan sor çevrendekilere, günde 5 vakit duyduğun ezanda geçen 'selah' ne demek?

*

İktidarın dağıttığı nemalardan pay alma mücadelesinde, dinsel görünümlü bu latent seküler canlılar (adamlar diyemiyoruz çünkü adam olduklarına dair elimizde yeterli kanıt yok) makarna ve kömüre vurdular kendilerini ve halkı. 
Ne kadar çok makarna o kadar çok oy, ne kadar çok kömür o kadar çok oydu, hala da öyle. Bunlar hep denenmiş ve tutmuş tekniklerdi. Mesela İkinci Dünya Savaşı'nda Sovyetler, cepheye katılan askerlerin ailelerine ücretsiz kömür ve yiyecek veriyordu... Açlığın diz değil boğaz boyu olduğu yerlerde evin fedakar oğlu, babası kendini kolaylıkla ve isteyerek feda edebilirdi. Elbette vatanseverlik duyguları da bu feda sürecinde son derece etkiliydi. Dolayısıyla kömür ve yiyecek 1940'larda da kullanılıyordu. Kömürü veren düdüğünü çaldırtıyordu anlayacağın.

*

Günümüz Türkiye'sinde kömür ve makarna yardımı yetmez oldu. Bu kadar ucuza, dağlardan büyük kutular, kasalar, arsalar, araziler, adalar, önlerine yatmalar, arkaları çiğnetmeler, rezillikler görmezden gelinemiyordu.
Mevcut yardım kalemleri yetmedi, yardımlar üzerinden yardım kalemleri çıkarıldı, sadece Türkiye'de değil tüm dünyada...  Mesela ŞNT adı altında, yoksullukla 35 liralık mücadele kampanyaları düzenlediler. Toplumu önünde havuç dolaştırılan eşeğe dönüştürdüler. Skinner'ın 'ödül mekanizması' oldu sana bir ucube.
Başı biraz sıkışana verdiler yardımı, verdiler yardımı... Zafer Yılmaz, 2011 yılında bir doktora tezi yazdı konuyla ilgili: 'Yoksulluk ve Belirsizlik: Yoksulluğun Yönetimi ve Sosyal Sorunun Kuruluşu'... Mustafa Koçancı, 'Türkiye'de Sosyal Konut Politikalarıyla Yoksulluğun Yönetimi' isimli doktora tezini hazırlamak için gittiği Van ve Konya illerinde, geçen sene, çocuklar ölüyordu soğuktan, zatürreden ve yoksullar için yapılan konutların yarısından fazlasının iki ilde de bomboş durduğunu söylüyordu.
Yardımlar yoksulluğu yönetilebilir düzeyde tutuyordu. Böylece yoksulluktan kaynaklanan sorunlar dikey değişikliklere mahal verecek kadar büyümüyor, bireysel trajediler olarak 'vah vahlanıp' geçiştiriliyordu.
Çünkü AKP'nin referansı ne Türk vatandaşlığı ne de Müslüman olmaktı. Tek referans secdeye, daha doğrusu aynı secdeye baş koymaktı.
Geçtiğimiz yıl yaptığımız bir Van seyahatinde tesadüfen karşılaştığımız Vali Bey anlatıyordu, 'Kızın biri yardım diye telefon konturu' istemiş kendilerinden...
Yardım 'icat' etme konusunda 'en birinci' olan AKP, iki yıl kadar önce, Eros'luk görevini, 'Evlilik Yardımı' diye yeni bir yardım tipiyle ortaya atmış ve yeni evlenenlere 10 bin TL para vermeye kalkmıştı.
10 lira yardımı duyanlar geldi, sineklerden hızlı.

Mesela bu yardımı almak için Diyarbakır Bağlar'daki iki amcadan biri karısını boşayıp, kumasıyla evlenince bu paraya alıp alamayacağını sordu; diğeri de şu an kendi babasıyla resmi nikahı olan kendi karısının, babasından boşanıp kendisiyle evlenmesi halinde ne kadar alabileceğini sorunca birtakım yetkililer sanırım 'Ulan ne yapıyoruz biz' diyerek bu yardım tipini hayata geçmeden durdurdular.
AKP'nin en büyük hobisidir ne de olsa toplumun genleriyle oynamak. Yardım dağıtacağız diye yardımlaşmanın ve dayanışmanın genleriyle oynadılar.
Bir toplum mühendisliği yapılsaydı ve 'Türkiye'deki insanlar nasıl bu kadar onursuzlaştırılır?' sorusuna cevap aransaydı ancak bu işler yapılırdı.

*

Yardım kalemleri öyle bir arttı, öyle bir arttı ki bu 12 yılda; neredeyse her konuda, yardım verilmeye başlandı. 
Bunun için bütçesi şu an en yüksek olan 8. Bakanlık, 2011 yılında Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı olarak kuruldu. Bu bakanlığın çalışmalarına yakından bakıldığında, kişilerin yoksulluktan kalıcı olarak kurtulmalarına imkan verecek tek bir çalışma yürütülmediğini tek bir istisnayla söylemek mümkün. Tüm dert daha çok yardım vermek ve yardım dağıtmak. Bakanlığın tümünün tamamen 'destek'ler üzerine yoğunlaştığı faaliyet raporlarında çok açık görülmekte...
Dünyanın neresine giderseniz gidin, hangi sosyal politika kitabını açarsanız açın, karşınıza ilk çıkacak bölüm istihdamdır. İstihdam olmadan sosyal politika olmaz. Bizdeki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na bakıldığında ise istihdamla ilgili bir Genel Müdürlük bile yoktur. Sadece Sosyal Yardımlar Genel Müdürlüğü altında bir daire başkanlığı kurulmuş o kadar.
Üşenmedim aradım, siz de açıp bakın internetten, o Daire Başkanlığı'nın sadece 4 personeli var, onlardan biri de doğum izninde. Bakanlığın faaliyet raporlarına baktım ne iş yapmışlar diye, tek bir iş yok, isimleri bile geçmiyor.
Kişilere iş kurma desteği veren başka bir daire başkanlığı var ama bu bakanlıkta, haklarını yemeyelim: Proje Değerlendirme Daire Başkanlığı. Onlar da kıyıya vuran denizyıldızlarını tek tek atmaya çalışıyor anlaşılan... Az da olsa güzel ama çok yetersiz. Faaliyet raporlarında desteklenen çalışmalarının sayısı yıllık 900 bile değil.
Oysa çok nettir: İstihdamsız bir sosyal politika neyse yumurtasız menemen de odur.

*

Yeni Türkiye Cumhuriyeti'nin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, bugün geceliği yaklaşık bir asgari ücret tutarında olan Ankara Rixos Otel'de 'Dünya Yoksullukla Mücadele Günü'nü anıyor, yoksa kutluyor demek mi daha doğru bilemedim.
Bir kutlama bile olsa bu, kötü bir şey değil çünkü Rixos oteldeki yoksullukla mücadele sırasında ortaya çıkacak yiyecek artıkları çöplere ulaştığında, çöp toplayarak geçinen yoksullara ulaşmış olacak!

*

...
Nietzsche, 'Tanrı Öldü' diyerek aklı sıra müjde veriyordu insanlığa... Öyle olsa bile görülen o ki, ceset hala yerde; cemaatler, tarikatlar, zenginler ve tabii ki de devlet yoksullar oynarken cesetle, eğlensin diye.
Dünya Yoksullukla Mücadele gününüz 'kutlu olsun'.