Eskiden çırak önlüğü ya da gelinlik takan çocuklarımızı büyüdü kabul edip, çocukluklarını yaşatmazdık. Şimdi olaya daha bilimsel yaklaşıyoruz. Yeni eğitim sistemimize göre 60 ayını doldurmuş bir çocuğumuzu, sırf önlük taktı diye okul çağına gelmiş kabul ediyoruz.
Ailelerin çoğunun kafası karışık durumda. Yarısı acaba çocuğumu okula göndersem mi, göndermesem mi diye düşünürken diğer kısmı da ne yapsam da göndermesem diye düşünüyor.
Bunlar ailelerin kafa karışıklığı, 60 aylıkken okula gidecek çocukların kafalarında meydana gelecek karışıklığı siz düşünün artık. Her halde şöyle olaylar olacaktır.

-Anne ben okula gitmeyeceğim.
-Neden yavrum?
-Kafam karıştı da ondan.
-Kafan niye karıştı çocuğum?
-Öğretmenimiz 'Atların dişisine kısrak, erkeğine aygır, yavrusuna tay denir' dedi.
-Eee, ne var bunda?
-Peki, biz ne zaman ata "AT" diyeceğiz?
Çocuklarımızı eğitirken bazen atasözlerimizden yararlanırız. Bugün bayramın üçüncü günü. O halde bayramla ilgili bir atasözümüzü ele alalım. Diyelim 60 aylık bir çocuğumuz okulda "deliye her gün bayram" atasözümüzü öğrensin.

Bayramda elini öptüğü komşularının yarısı "berhudar ol, her günün bayram tadında geçsin" diyecektir. Çocuk zaten berhudarın (selamete, mükafata erişen, nasipli) anlamını bilmediği için, doğrudan ikinci kısma yönelecektir. Söylenen "Her günün bayram tadında geçsin" öğrenilen "deliye her gün bayram." Çocuk herhalde 'Bu amca benim delirmemi istiyor' diye düşünecektir.
Çok bilgili olan insanlarla konuşmak zordur. Bir şeyi anlatırlarken akıllarına başka bir şey gelir ve konu konuyu açar. Onlar, hepsini çok iyi bildikleri için her şeyi anladığımızı zannederler ama biz çoğu zaman karşımızdakinin bilgisine hayran olarak ama ne anlatmak istediğini anlamadan ayrılırız sohbetten daha doğrusu monologdan.
Bu her zaman çok bilgili olanların düştüğü bir tuzak değildir. Bazen benim gibi bilgisi kıt olanlar da benzer sebeplerle konuyu dağıtır.  Berhudar ol, deyince aklıma gelen bir gençlik anımı anlatmadan geçemeyeceğim. Seksenli yılların başı ve ben İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde okuyorum. Bayram tatili için İzmir'e evimize gelmiştim. Komşumuzun dört beş yaşlarındaki torunu sıcak havada takım elbise giymiş ve kravat takmış, Anadolu'dan gelip TBMM'ye ilk kez seçilmiş milletvekili gibi, elimizi öpmeye gelmişti. Elimi öperken de bilgiç bir edayla " Bayramın MÜNAREK Olsun" demişti. Ben de harçlığını verdikten sonra mübarek yerine münarek demesinden çok hoşlandığım için "anlamadım ne dedin Oğuz'cum? " diye sormuştum. O yine gayet ciddi "Bayramın münarek olsun" dedi.

Sonra Uğur abim içeri girdi ona tekrarlattırdım. Sonra babama. O sırada başka misafirlerimiz geldi. Onlar "iyi bayramlar" diye bayramımızı kutladılar. Oğuz'a da iyi bayramlar dediler. O da onlara yine gayet ciddiyetle "iyi bayramlar" dedi. Ben "Oğuz'cum sen benim bayramımı nasıl kutlamıştın? Niye yine öyle söylemiyorsun?"  dedim. O da benim öğrenemediğimi düşünerek tane tane "Bay- ra- mın  mü- na- rek ol sun" dedi. Bu komşumuzun da hoşuna gidince ben şansımı bir daha zorladım; Oğuz'cum neydi o senin bana söylediğin? Bu kez Oğuz benim bu kadar aptal olmama şaşırarak ve artık bu kadar zorlamamıza kızarak bağırdı:
-Eeee, Bayrımın Münareeeeek!
Neyse biz gelelim ana konuya, okula yeni başlayan çocuğumuz kendisine "her günün bayram coşkusunda geçsin" temennisinde bulunan amcasından uzaklaştı diyelim. Peki, ya televizyonun karşısına geçip de, kendisine bu yaşta okula gitme fırsatını yaratan Başbakanımızın "bundan sonra tüm milletimizin bayram tadında yaşaması" dilediklerini duyarsa, o çocuk bir daha okula gider mi? Bakın benim de kafam karıştı. Hepinize iyi bayramlar ve her gününüzün bayram tadında geçmesi dileklerimi sunarım.