Koronanın tekrar tırmanışa geçtiği şu günlerde en çok konuşulan konu Aşı. Aşı bulan, ilk uygulamaları yapan, imal ve ihraç eden bir ülke konumundan, aşı ithalatına mecbur bırakılan bir ülke durumuna geldik. Bu da çok acı. Bir zamanlar dünyayı kasıp kavuran çiçek hastalığına karşı ilk aşı uygulamalarının Osmanlıda yapıldığını 1717 de İngiltere’nin İstanbul büyükelçisinin eşi Lady Montegue’nün mektuplarından öğreniyoruz. Oğluna da aşı yaptırmış. O dönemde Edirne’de başlayan yöntemde, yaşlı kadınlarca çiçek geçiren hastalardan aldıkları sürüntüyü deriyi çizip uyguladıkları biliniyor. Elçilik doktoru C. Maitland da aşıyı İstanbul’da öğrenip 1721’de İngiltere’de uygulayınca ABD’de de aşılama başlatıldı. Avustralya’daki çiçek salgınında Dr. E. Jenner, ineklerden süt sağanların çiçeğe yakalanmadığını öğrendi. İnek çiçeği denilen hastalık, ineklerin memesinde kabarcıklara neden olur. Hastalık insanlara bulaşırsa hafif atlatılıyordu. Jenner 1796’da inek sağıcısı bir kadının elinde çıkan inek çiçeği kabarcığındaki irini alıp bir çocuğun kolunda açtığı kesiklere sürdü. Jenner; inek çiçeğini atlatan çocuğa çiçek hastalığına yakalanmış bir kişinin çiçek yarasından aldığı materyali bulaştırdı ama çocuk çiçeğe yakalanmadı. Jenner, bu yöntemle ilgili bilimsel bir makale yayımladı ve aşısını İngiltere’de yaygınlaştırdı. 

*** 

Ölümcül kuduz hastalığının aşısını bulan Pasteur, bir zamanların korkulu rüyası veba ve kolera aşısını bulan Ukraynalı Haffkine, bugün kullanılan 14 aşıdan sekizinin mucidi Hilleman, yakın zamanlarda hepatit-B aşısını bularak Nobel ödülü kazanan Blumberg aşının kahramanları… 1880 de  II. Abdülhamit, Pasteur’ü aşı çalışmalarına destek ve katkı için İstanbul’a davet ediyor. Pasteur bunu kabul etmeyince, yanına gönderdiği üç Türk doktor konuyu öğrenerek dönüyor ve İstanbul’da dünyanın 3. Büyük kuduz aşısı laboratuvarı kuruluyor. Osmanlı’da çiçek ve kuduz aşılarının üretiminin başlamasının ardından yıllar içinde ortaya çıkan diğer birçok hastalık için de aşılar geliştirildi. 1896’da difteri, 1897’de sığır vebası ve 1903 yılında kızıl aşıları veteriner hekim Mustafa Adil tarafından üretildi. 1911 yılında tifo, 1913 yılında kolera, dizanteri ve veba aşıları ilk kez uygulandı. I. Dünya Savaşı yıllarında yoğun kalabalık ve kötü hijyen koşulları tifüsün yaygınlaşmasına neden olmuştu. O dönemde Dr. Refik Saydam tifüse karşı hazırladığı aşıyla adını duyurmuştu. 

*** 

Cumhuriyet yıllarında da aşı çalışmaları devam etti. 1928 de Refik Saydam Hıfzıssıhhaenstitüsü kuruldu. Türkiye’de 1931’den 1996 yılına kadar tetanos ve difteri aşıları, 1937’de ise kuduz aşısı üretimi başladı. Sağlık Bakanlığı'nın sitesinde yer alan bilgiye göre, 1940 yılında kolera salgını için Çin’e aşı gönderildi.  1950’ye gelindiğinde Türkiye’deki enflüanza laboratuvarı Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel Enflüanza Merkezi olarak tanındı ve enflüanza aşısı üretimine geçildi. 1976’da kuru BCG aşısının deneysel üretimi başladı, 1983’te de kuru BCG aşısı üretimine geçildi. 1928 de kurulan çok başarılara imza atan Refik Saydam Hıfzıssıhha enstitüsü, ne akla hizmettir bilinmez 2011 de KHK ile kapatıldı. Çine aşı ihraç eden ülke iken, Çin’den aşı ithal eden bir ülke konumuna geldik. 

*** 

Aşı sayesinde çiçek hastalığı dünyada kalmadı. Kızamık ve çocuk felci de yok edilmek üzereydi ama fanatik aşı karşıtları nedeniyle hala yerel olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Neredeyse her yüz yılda bir görülen pandemilerden biri de bize denk geldi. Pandemiden çıkış yolu olarak çözüm korona aşısında görülüyor. Hıfzıssıhhayı kapatmasaydık, alt yapısı ve bilgi birikimi ile büyük olasılıkla bizim de kendi aşımız olacaktı. Ama komplo teorisyenleri, sosyal medyadaki bilgi kirliliği hala kafa karıştırıyor. Kısa sürede aşı bulunmasına kuşkuyla bakılıyor. Ancak atenüe denilen (öldürülmüş virüs) aşılarında en az yüz yıllık, mRNA aşılarında en az 10 yıllık bir bilgi birikimi ve deneyim var.  Hangi aşıyı olalım lüksüne sahip değiliz. Faz 3 çalışmaları hem atenüe, hem RNA hem de mRNA aşılarında %90 üzeri başarı gösteriliyor. Hangi aşıyı bulabilirsek onu olacağız. Sağlık bakanlığı açıklamalarına göre önce yüksek risk grupları aşılanacakmış. Ekonomimiz bugünkü duruma gelmemiş olsaydı, milletin parası ona buna israf edilmeseydi, güçlü ekonomisi olan ülkelerde olduğu gibi herkesin aşıya ulaşma imkanı vardı. Vaktiyle Çin’e aşı gönderen ülke iken bugün Çin’den medet ummayacaktık. 21.nci yüzyılda manevi ve umut aşımız “Allah korusun” ile 2021 e giriyoruz…