Geleceğin büyülü teknolojisini, bugün tabletlerinde oyun oynayan çocuklar inşa edecek.
Çocukların teknoloji kullanımına bakışımız, içinde bulunduğumuz çağdan yola çıkarak gerçekçi ve makul olmalı. Teknoloji her çağda yenileyici ve değiştirici bir güce sahip oldu.
Bir yandan pozitif bilimleri geliştirdi, diğer yandan da toplumsal hayata ve bireysel yaşamlarımıza etki etti. Rutinlerimiz ve alışkanlıklarımız üzerinde de belirleyici oldu; güncelleyici, değiştirici, vazgeçirici ya da yenilerini kazandırıcı bir güç olarak karşımıza çıktı.  Kişisel tarihimizde, bazı teknolojilerin tabanda standart haline geldiği bir dünyaya gözlerimizi açmışken, bazı teknolojik ürünler de zamanla hayatımıza girdi. 20. yüzyılın son çeyreğinde, 80'li yılların ortalarında yeni bir teknolojik ürün olan kişisel bilgisayarlar evlerimize girmeye başladığında, daha eski bir teknoloji olan televizyon her evin salonunda çoktan yerini almış, her yaştan insanın karşısında zaman geçirmekten hoşlandığı bir eğlence aracı olmuştu.
Tıpkı ondan yıllar önce hayatımıza giren ve bizden önceki kuşakları büyüleyen sinema gibi.
Evin diğer mekânlarında da dönemin teknolojisini yansıtan başka cihazlar bulunuyordu.
Tam otomatik çamaşır makineleri, buharlı ütüler, küçük ev aletleri, video, elektronik tartılar...
Teknoloji gelişirken, teknolojiye sahip olma isteğimiz de gün geçtikçe arttı.
İstiyorduk; çünkü teknoloji işimizi kolaylaştırıyordu; hızımızı arttırıyor, bize zaman kazandırıyordu.
Üstelik kazandırdığı zamanı da daha eğlenceli geçirmemizi sağlıyordu.
O yıllarda, geleceğin kurgulandığı filmlerde gördüğümüz ileri teknolojileri de hayal eder, geleceği iple çeker olmuştuk: Aynı zamanda telefon olarak kullanılabilen kol saatleri, elde tutulan ama haberleri kendiliğinden güncellenen gazeteler, konuşan otomobiller... Teknoloji, hayatımızın ayrılmaz bir parçası olacak gibi duruyordu. Her insan, sınırları içinde doğduğu çağa aittir.
İnsanın nasıl bir birey olacağını kendi özünden gelen yapı taşları ile birlikte çevre belirler.
Zamanın ruhundan bağımsız hareket etme imkânı olmayan yakın ve uzak, iç ve dış çevreler, yönelimlerimizle birleşerek bizi şekillendirir.
Bir iletişim aracı olarak kullandığımız, temel işlevi uzak iki kişi arasında konuşmayı sağlamak olan telefonu belki de artık en az bu işlev için kullanıyoruz. Onunla mesaj yazıyor, fotoğraf çekiyor ve paylaşıyor, kitlesel ya da bireysel medyaların paylaşımlarını görüyor ve onlarla iletişime geçiyor, uçak bileti alıyor, fatura ödüyor, otel rezervasyonu yapıyoruz. Günün her dakikasında elimize aldığımız bir cihaz olmanın ötesinde, organik olmayan, organik bir parçamız artık akıllı telefonlar.
Hayatımızın önemli bir parçası.Bizi etkileyen ve şekillendiren çevre, yetişkinler için nasılsa çocuklar için de öyle bir etkiye sahip. Zamanın ruhu, çocuklar için de aynı biçimde çalışıyor.
Doğuştan sahip olduğumuz alıcılar, 'çevresel koşullara uyum gösterme becerisi' olarak da tanımlayabileceğimiz zekâyı harekete geçiriyor ve zamana uyumlanıyoruz.
Çocuklardaki alıcıların çekim gücü, biz yetişkinlerinkilere göre daha da yüksek.
Bu yüzden de yeniliği kabullenme, ona uyum sağlama ve onu kullanma becerisi, çocuklarda yetişkinlere göre daha gelişmiş...