6 Şubat sabahı Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesinde 7.7, Elbistan ilçesinde 7.6 büyüklüğünde meydana gelen iki deprem; başta Kahramanmaraş, Hatay, Adıyaman, Diyarbakır, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Malatya ve Kilis olmak üzere birçok şehirde büyük yıkıma yol açtı. Biz bu satırları yazarken, bölgede 3.170'ün üzerinde artçı depremler meydana geldi…

Öncelikle ülkemizin her vatandaşının acısını yüreğimizde hissettiğimizi; yapılan ve yapılacak yardımlarımızın süreklilik arz etmesi gerektiğini belirtelim. Türkiye’nin deprem bölgesi içinde yer aldığı herkesçe biliniyor. Sağlam binaların yapılmaması halinde insanların yaşamını yitireceği öngörülebilir bir gerçek. Öngörülen durumlar karşısında kişilerin ve kurumların hukuka aykırı hareket etmesini ise hukuk düzeni elbette korumayacaktır.

Hukuki sorumluluk kısmında, bugün idarenin sorumluluğu hususuna değineceğiz. Depremin ortaya çıkardığı zararlardan dolayı birinci dereceden sorumluluk idareye (devlete) aittir. İdarenin kusur sorumluluğu olduğu gibi kusuru olmadığı durumlarda da sorumlu tutulduğu görülmektedir. Yani idare, ağır bir hizmet kusuru olmasa bile verdiği zararlardan sorumludur. İdarenin tutum ve davranışlarından, kusurlu olmasa da sorumlu tutulmasına ''kusursuz sorumluluk'' denir. Nitekim, 1999 Gölcük depreminde birçok yargı kararı ile idarenin kusuru olmadığı durumda da sorumluluğu yönünde kararlar verilmiştir. Bknz / Danıştay Kararı 11.D., 2007/6248 K.:  ‘’…Deprem kuşağındaki bölgede, deprem gerçeği veri alınarak yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlarda yapılaşmada idarenin olumsuz eyleminin bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olduğunun ve illiyet bağını kestiğinin kabulü olanaksızdır...’’

Deprem sebebiyle idareye karşı açılacak davalar 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi gereğince tam yargı davalarıdır. Tam yargı davasının açılma sebebi idari eylemler olduğundan, dava açmadan önce eylemi gerçekleştiren idareye başvurmak zorunludur.
Zira 2577 Sayılı Kanuna Göre: ‘İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir”. Danıştay İçtihatları Birleştirme kararlarına göre de idareye başvurmadan doğrudan dava açması “idarî merci tecavüzü” sayılmakta, davanın her safhasında dava dilekçesinin ilgili merciye tevdiine karar verilmektedir. Bu sebeple dava açmadan önce başvuru yapılması gerektiğini belirtelim.

Yapı hasarından kaynaklanan sorumluluk ise 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkındaki Kanunda düzenlenmiştir. Burada, sadece yapımla görevli olanların yapı hasarından kaynaklanan sorumlulukları yer almaktadır. Söz konusu Kanun’un 3. maddesine göre, “Bu Kanunun uygulanmasında, yapı denetim kuruluşları imar mevzuatı uyarınca öngörülen fenni mesuliyeti ilgili idareye karşı üstlenir. Yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje müellifleri, laboratuvar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumludurlar. Bu sorumluluğun süresi; yapı kullanma izninin alındığı tarihten itibaren, yapının taşıyıcı sisteminden dolayı on beş yıl, taşıyıcı olmayan diğer kısımlarda ise, iki yıldır”. Yapı hasarı, yapımı gerçekleştirecek olan görevlilerin kusuru sonucu değer kaybetmesinden doğan zararla ilgilidir. Görevlilerin kusuru sonucu ortaya çıkan yapı sahibinin ve üçüncü kişilerin can ve mal zararlarından doğan sorumlulukları ise haksız fiil ve sözleşmeden kaynaklanan sorumluluğa dayanır.

Belediyeler, vali ve kaymakamlar kendi görev alanlarına giren özel ve resmi tüm yapıların “Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik” hükümlerine uygun olarak değerlendirme ve denetimini yapmalıdır. Sonuca göre, ilgili Yönetmeliğin öngördüğü şartları karşılamayan yapıların mevzuata uygun hale getirilmesi için üç aylık süre verilmeli ve yapı tekrar kontrol edilmelidir. Hala uygunluğu bulunmayan yapı ve yapı bölümleri yıktırılmalıdır.

Afeti önlemeye yönelik yerleşme ve yapılaşmanın sağlanması için yürütülen çalışmalar ve planlamalar nedeniyle kişiler sahip oldukları yapı ruhsatlarının geçersiz sayılamayacağını ve bir kazanılmış hak oluşturduğunu ileri süremeyeceklerdir. Çünkü, yapı ruhsatları sonradan kamu yararına yapılan yeni düzenlemeler karşısında geçerliliklerini yitirebilmektedir. İdarenin bu anlatılan denetim ve değerlendirmeler hususunda zafiyet göstermesi halinde hizmet kusurunun varlığını kabul etmek gerekir. Bu kapsamda depremden ötürü zarar gören kişi, binanın mevzuata aykırı şekilde yapıldığını ispat ettiğinde direkt olarak idarenin kusurunu da tespit etmiş olacaktır.

Konu ile alakalı önemli bir Danıştay kararı aşağıdadır:
“…Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan idarenin olumsuz eyleminin bulunması durumunda, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak bulunmamaktadır. Bu durumda, Mahkemece uğranıldığı ileri sürülen zararın oluşumunda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi sonucu bir karar verilmesi gerekirken depremin mücbir sebep kabul edilerek zararla idari faaliyet arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı gerekçesiyle davanın reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir…”

Dava Açma Süresi

Bir hakkın belli bir süre içinde ileri sürülememesi sebebiyle dava yoluyla elde edilebilme imkânının kalmaması veya kanunda öngörülen sürenin geçmesi sonucu bir hakkın kullanılmasının mümkün olmamasına ‘zamanaşımı süresi’ adı verilir. Deprem nedeniyle zarara uğrayan kişi, bu zararı öğrendiği tarihten itibaren en geç 1 yıl içinde yükümlülüklerini yerine getirmemiş olan idari merciye başvurarak deprem nedeniyle oluşan zararların giderilmesi talebinde bulunur. İdari merciye yapılacak başvuru, her halde 5 yıl içinde yapılmalıdır. Zararın giderilmesi için yapılan başvuruya idare, en geç 30 günlük süre içinde bir cevap verir. İdare, zararın kısmen veya tamamen giderilmesi, zararın giderilemeyeceği şeklinde başvurucuya cevaplar verebilir. Ya da 30 günlük sürede hiç cevap vermeyebilir. Cevap vermememe durumu da olumsuz yanıt anlamına gelmektedir. İdarenin verdiği kararın olumsuz olması veya başvuruya cevap verilmemesi halinde, zarara uğrayan kişi, red kararının kendisine ulaştığı ve 30 günlük sürenin dolduğu tarihten sonraki 60 günlük sürede zararının tazmin edilmesi için tam yargı davası açabilir. Deprem nedeniyle oluşan zararların giderilmesi için açılan davalar, idari yargının görev alanına girer. Bu sebeple deprem sonrası zarar oluşması halinde oluşan zararların tazmini için görevli olan mahkeme idare mahkemeleridir. Yetkili mahkemeye ilişkin düzenleme, İYUK madde 36’da yer alır. Maddede belirtildiği üzere, yükümlülüklerini yerine getirmeyerek zararın oluşmasına sebebiyet veren idari merciin bulunduğu yer mahkemesi yetkili olur.

Dava Sonucunda Verilebilecek Kararlar ve İtiraz Süreci

Deprem nedeniyle uğranılan zararın giderilmesi amacıyla açılan tam yargı davasının kabul edilmesi halinde, kişinin idarenin eylemi nedeniyle zarara uğradığı kesinleşmiş olur. Bu kararla birlikte, zararının ne şekilde giderileceği de ayrıntılı bir şekilde belirtilir. Davanın reddedilmesi halinde kişi zarara uğramış olsa bile bu zararın idarenin eylemi nedeniyle oluşmadığı kesinleşmiş olur. Aynı zarar sebep gösterilerek idareye karşı tekrar dava açılması mümkün değildir. 

Sonuç olarak; deprem bölgeleri haritasına göre ülkemizin % 92'si deprem bölgeleri içerisinde yer almaktadır. Ülke nüfusumuzun % 95'i deprem bölgelerinde yaşamakta ve büyük sanayi merkezlerinin % 98'i ile barajların % 93'ü yine deprem bölgelerinde bulunmaktadır. Görüldüğü üzere neredeyse yurdumuzun tamamı deprem tehdidi altında bulunmaktadır. 


Türkiye’nin bir deprem ülkesi olduğu düşünüldüğünde aktif fay hatlarının olduğu birinci derece deprem alanlarına yerleşim yeri izinleri verilmemesi, yerleşim planlarında gerekli özenin gösterilmesi ve gerekli özen gösterilse dahi söz konusu bölgedeki yapıların deprem yönetmeliklerine uygun olarak yapılıp yapılmadığı konusunda gerekli denetimlerin sıkça yapılması gerekmektedir. Her ne kadar depremin mücbir sebep hali olduğu söylense de, ülkemizin coğrafyası göz önüne alındığında depremi mücbir sebep kapsamı altında değerlendirmek ve illiyet bağının idare lehine kesin şekilde kalktığını ifade etmek hakkaniyetle bağdaşmayacaktır. Zira Türk yargısının geçmiş yıllardaki büyük depremler için verdiği kararları da bu yöndedir. Yukarıdaki hususlarda idarenin bir eksikliği söz konusu olduğunda ise, hizmet kusurunun gerçekleşeceğini kabul etmek gerekir.