Dünya’nın en dış katmanına atmosfer diyoruz. Atmosfer; bizi güneş ışınlarının zararlı ışınlarından koruyan ama güneş ışınlarını da Dünya‘ya filtre ederek bizi koruyan, Dünya’mızın ısınmasını, aydınlanmasını, enerjinin yayılmasını sağlatan ve geçirgen bir kalkanımızdır. Burada bulunan gazların %78 ‘i Nitrojen (azot) % 21 ‘i oksijen geri kalanı %1'lik kısımda ise asal yani serbest halde dolaşan gazlar (helyum, hidrojen, kripton, argon, neon, ksenon .)karbondioksit ve su buharıdır. 
Bilinenin aksine Dünya’da oksijenin ana kaynağını ormanlar değil okyanuslar oluşturuyor. Dünya yüzeyinin üçte ikisini kaplayan okyanus ve denizlerde yaşayan su yosunları dünyadaki oksijenin yaklaşık yüzde 80'ini üretiyor. Dünya’daki oksijenin % 90'lık kısmını da algler sağlar. Atmosfere oksijen sağlayan algler (su yosunları) atmosferdeki su buharını ışık yardımıyla oksijen ve hidrojene ayrıştırarak oksijen sağlarlar. Atmosferde en çok bulunan Nitrojen yani azot (yüzde 78), oksijen (yüzde 21) ve argon (yüzde 0,1) miktarları aynı yükseklikte olan bir yerden diğerine değişmediği için “sabit gazlar” olarak adlandırılır. Bu gazların miktarı sadece yükseklikle azalır veya artar.  Dağcılar yükseklere çıktıkça atmosfer basıncı düştüğü için sık sık mola verirler. Damarları patlamasın diye. Havaya uçan bir balon yükseklerde patlar neden? Çünkü dış basınç küçük, iç basınç büyük olduğu için.

 
Karbondioksit, metan, ozon, partiküller vb. ise soluduğumuz havanın hacim olarak yüzde 1’inden daha küçük bir kısmını oluşturur. Küçük miktarda olan bu gazlar hem yükseklikle, hem de bir yerden diğerine değiştiği için “değişken gazlar” olarak da adlandırılır. Metan gazı çöplükte biriken gazdır. Karbondioksit oksijenin azaldığı durumda ortaya çıkar ve bu yüzden bu gazların değerleri bulundukları yere göre değişir.  Oksijen iki atomlu bir moleküldür ve yakıcı bir gazdır. Onun için atmosferde ki oranı azottan düşüktür. Çünkü azot oksijenin bu yakıcılığını seyreltiyor. Eğer atmosferdeki oranı azottan daha çok olsaydı, her şey kendiliğinden yanardı. Oksijenin üç atomlusuna ozon gazı denir. Yapılan son araştırmalar, atmosferdeki oksijen miktarının yaklaşık 3 milyar yıl önce artmaya başladığını gösteriyor.

Evrim tarihinin ilk kitlesel yok oluşlarından birisi, günümüzden 2,4 milyar yıl önce <Büyük Oksitlenme Olayı> olarak bilinen bir olay sonucu yaşanmıştır. Fotosentez,(yeşil bitkilerde bulunan kloroplast ile bitkilerin güneş enerjisini ve karbondioksiti kullanarak besin yapması olayı ) bu tarihten 200 milyon yıl kadar önce (günümüzden 2,6 milyar yıl kadar önce) evrimleşmeye başlaması sonucunda, atmosferde müthiş hızlı bir oksijen birikimi yaşanmıştır. Oksijenin bu hızlı birikimi, bu canlıların hepsini zehirlemeye ve öldürmeye başladı. Kısa sürece dönemin canlılarının atmosferle temas edebilen canlılarının büyük bir kısmı yok oldu. O dönemde gezegenimiz halen tek hücreli bakteriler tarafından donatıldığı için bildiğimiz anlamıyla "ardında kemikler ve bariz izler bırakan" bir yok oluş olmadı bu; ancak yine de sayısız türün sonunu getirdi. Bu canlılar arasından sürece ayak uydurabilen ve oksijene bir miktar toleranslı olanlar hayatta kaldı, seçildi ve çoğaldılar. Böylece öncelikle oksijen toleranslı canlıların popülasyonları genişledi, sonrasında ise artık atmosferi dolduran oksijene tamamen bağımlı canlılar evrimleşti. Oksijen gazı; oksijenli ortamda yaşamaya uygun şekilde evrimleşmemiş canlılar için çok yakıcı ve öldürücüdür. Dezenfeksiyon için niçin oksijenli su (Hidrojen peroksit) kullanırız hiç düşündünüz mü ?(H2O2=Hidrojen Peroksit) .Uzay kıyafeti olmayan bir insan uzayda ancak 15 saniye hayatta kalabilir. Uzayda ölürseniz, oksijen olmadığından ötürü vücudunuz Dünya'daki gibi çürümeye maruz kalmayacaktır.                      


Oksijenin zamanla artması sonucu canlıların evrimleşmesi ve gelişimi de hızlandı. Ama bir yandan da canlılar için bu kadar önemli oksijen kaynaklarımızın yok olmasını da hızlandırdık. Çok değil belki bir asır sonra insanlar yaşamlarını sularda aramaya başlayacak yaşamın ilk başladığı yerde yani. Küresel iklim değişikliği nedeniyle buzulların erime hızı gün ve gün artıyor ve bu nedenle dünyadaki su seviyesi yükseliyor. Evrenimizin giderek bir "su dünyasına" dönüşme ihtimali bizi bekleyen bir tehlike. 2100 yılına kadar ortalama hava sıcaklığının 3,2 derece yükseleceği ve özellikle kıyı şeritlerde yaşayan 3 milyara yakın insanın hayatının bundan etkileneceği hesaplanıyor. Gezegenimizin içinde hala tam olarak keşfedemediğimiz okyanuslar var. Bu okyanusların içlerinde yaşamak içinse yeni teknolojilere sahip olmamız gerek. Belki insanların solungaçları olmayacak ama solungaçların yerini alacak teknolojiler icat edebiliriz. Bazı bilim adamları insanların bir gün su altında yaşamak zorunda olacağına inanıyor. Suyun altında yaşamaya başlayan insanoğlunun binlerce yıl içinde perdeli parmakları olan homo aquaticus adında yeni bir türe evrilebileceğini öngören teoriler olduğunu biliyor muydunuz?


Bugün su altında en uzun süre kalma rekoru 24 dakika ve çoğu insan birkaç dakikayı geçemiyor. Bu nedenle su altında yaşamamıza destek olacak teknolojilere ihtiyacımız var. Ben yapay zekâ sayesinde suda yaşamaya uyumlu yeni organlar ve uzuvlar elde edileceğine inanıyorum. Benim öngörüm ve bir gün mutlaka bu buluşu yapan akıl, insanoğlunun en büyük icadı olacak organeli yani fotosentez yapmayı sağlatan kloroplastları,  insan vücudunda üretebilecek hale getirilebilir diye düşünüyorum. O zaman, insan ve hayvanların amfibik yaratık olabileceği kesindir. (İki yaşamlı) 
 Şimdi tersine bir evrimleşmeye doğru mu gidiyoruz sorusunu da sormak düşünmek lazım değil mi? Suda başlayan yaşam, kara ve havada yaşayan canlıların evrimleşmesi sonucu olmadı mı? Ben evrimin de bir döngüsü olduğunu düşünüyorum. Evrende hiçbir şeyin sonsuz olmadığının ama döngülerin sonsuz olduğuna inanıyorum. Her döngü aynı malzemelerin farklı zemin ve koşullarıyla yeni bir değişimi de getiriyor. 


Biyometrik Çözümleme ile Su Altında Yaşamak: Karmaşık problemleri çözmek için insanların doğaya bakmaları, onun sistemlerini ve modellerini taklit etmeleri demektir. Örnek olarak balinalar ve yunuslar. Bu canlılar bizim gibi memeli canlılar grubunda ve yine bizim gibi sudan değil, havadan nefes alıyorlar. Japon biyomimetik tasarımcı Jun Kamei, üç boyutlu yazıcı ile basılabilen ve bir nevi solungaç gibi davranabilen özel bir giysi tasarladı. Bu tasarımın adı "Amphibio". Gelecekte suda yaşayacak insanların su içerisinde karada sahip oldukları rahatlıkla yaşamaları için tasarlandı. Bir yüzyıl içinde su altında yaşayacağımızı öngören teoride kentsel alanlardaki arazinin artık yetersiz kalacağı öne sürülüyor. Bunda hem küresel ısınma sonucu artan su baskınlarının hem de yükselen nüfusun etkisi var.


 Bize düşen görev Dünya ‘daki  en iyi buluşu (fotosentrik insan benim koyduğum bir isim bu )yapabilen millet olabilmek. Fotosentrik insan ileride literatüre girerse bunu da ben icat ettim hepiniz şahitsiniz.Ancak böyle bir buluşla Dünya ‘da insanlığa ve ülkemize yararlı, bilim temelli çalışmalarla saygın yerimizi alabiliriz.                                           
                                                                                                            
Kaynakça:
 https://evrimagaci.org/o-her-yerde-oksijen-neden-onemlidir-4827
https://www.google.com/search?q=Uzayda+bo%C5%9Flukta+ya%C5%9Fan%C4%B1r+m%
C4%B1&rlz=1C1JZAP_trTR972TR972&oq= https://ungo.com.tr/2020/07/insanligin-su-altinda-