Bir hafta içinde neler geldi, geçti?

Bir dakikanın hatta saniyelerin önemini bir kez daha gördük..

Bir dakika değil, yarım dakika içinde koskocaman binaların yıkıldığına, altlarında kalanların olduğunu, 115 canımıza kalplerimize gömdük.

Asıl görev bundan sonra başlıyor...

Herhalde en yukarıdakilerden en alttakine kadar herkes, gönüllüler kadar öğrenmişlerdir vahameti...

Daha iki gün önce Atamızı andık..

Her Türk insanı gibi gönülden, yürekten bağlı olduğumuz Atamızın izindeyiz.

Tabii ki bu lafla olmaz..

Hepimiz işimizi en iyi şekilde yaparak kendisine layık olduğumuzu göstermeliyiz.

Bu iki konu hakkında çok şeyler söylemek ve yazmak isterdim...

Ama başta Haber Ekspres iki konuyu da o kadar güzel işledi ki unutmak mümkün değil, aynen Atamızı olduğu gibi...

Karnımızı da ruhumuzu da doyurur

Son zamanlarda en çok rağbet gören programlar yemeklerle ilgili olanlar...

Ben de bir şefin 'yemek' ile ilgili görüşlerini sizinle paylaşmaya karar verdim.

Bakalım 'yemek tariflerinin' dışında bu yazı ilginizi çekebilecek mi?

Belki arada devamını getiririm, tabii ki sizlere bağlı;

'Bizi bir masanın etrafında birleştiren; sohbet ettiren, karnımızı da ruhumuzu da doyuran şey yemek...

Yemeğin iyisi de ancak iyi malzemeyle mümkün.

İyi malzeme, iyi üretici demek!

İyi üretici toprağına, hayvanına, çalışanına saygı gösteren üretici demek. Bize düşen ise iyi üreticiyi aramak, onlardan almak.

İyi bir yemek lüks olmak zorunda değil.

Temiz, adil ve güvenilir gıda için küçük üreticiyi destekle.

Şu an yavaş yavaş farkındayız, içinde olduğumuz gıda problemine çözümlerden birinin eskilerin yediklerini tekrar keşfetmekte olduğunun. İlaçsız, temiz, endüstriyel üretim dışı gıdalar.

İçinde bulunduğumuz yüzyıl sanayi medeniyetinin etkisi altında doğdu ve gelişti.

Önce makinayı bulduk şimdi ise bunu kendi yaşam modelimiz haline getirdik.

Hız, bizim prangamız haline geldi.

Hepimiz aynı hastalıktan mustaribiz.

Alışkanlıklarımızı değiştiren, bizi eve kadar takip eden, bizi fast food ile beslenmeye mahkûm bırakan fast lifetan.

Fakat insanlar kendi bilgeliğini geri kazanmalı ve kendisini yok olmakta olan bir tür haline getirecek hızın etkilerinden kurtulmalıdır.

Fast lifeın küresel deliliğine karşı insanlar dingin maddesel hazları savunmayı seçmelidir.

Verimliliği çılgınlıkla bir tutanlara karşı, uygun ve yavaş bir zevkin yaşanmasıyla temin edilen ve uygun miktarda duygudan oluşan bir aşı öneriyoruz.

Bu işe slowfood daha sofradan başlıyor ve fastfoodun standartlığına karşı yerel mutfakların zenginliğini ve aromasını tekrar keşfediyoruz.

Eğer fastlife verimlilik adına hayatımızı değiştirmekte ve çevreyi tehdit etmekte ise slowfood bu gidişata 'dur!' diyecek öncü kuvvettir. Kalkınmanın kaynağı olacak gerçek kültür ancak buradan, yani lezzetin fakirleştirilmesiyle değil geliştirilmesiyle, bütün dünyanın bilgisini, tarihini ve projelerini birbiriyle paylaşmasıyla ortaya çıkacaktır.

Dolayısıyla slowfood daha iyi bir geleceği garanti altına alır.'

Bir şefin böyle bir yazıyı kaleme alması herhalde benim gibi sizi de şaşırtmıştır.

Şimdi ilginizi çekecek bir başka noktaya değinelim:

Sadece iki öğün

Osmanlı'da kahvaltı nasıl yapılırdı hiç merak ettiniz mi?

Sadece kuş sütünün eksik olduğu, yüzlerce peynir, reçel, zeytin, ekmek çeşitleri hayal ediyorsanız ne yazık ki hayal kırıklığına uğrayacaksınız. Gastronomi dünyasına büyük zenginlikler katmış bu koca imparatorlukta 19.yüzyıla gelene kadar sadece 2 öğün yemek yenilirmiş.

Bunlardan ilki sabah 10-11 arasında (kahvaltılık malzemelerle değil, yemek olarak), ikincisi ise akşam 5-6 arasında.

Kahvaltı ise kültürümüze sanayi devrimi sonrasında giriyor.

Çalışan insanların yemek düzeni yeniden şekilleniyor.

Efor sarfeden insanların enerjiye ihtiyaç duyması ve erken kalkma zorunluluğu, sabah için bir öğün konmasını gerektirmiş.

Öğle yemeği saati de şimdi olduğu 12-1 arasına denk getirilmiş.

Kısacası fabrika ayarlarına alınmışız.

Bizler domatesi hep Osmanlı Saray Mutfağı'nın en önemli parçalarından biri olarak görürüz ama ne yazık ki yükseliş devrinin büyük padişahları domatesi, patatesi yiyemediler.

Bu sebzeler Amerika'nın keşfinden sonra Avrupa'ya taşındı ve kabullenene kadar yıllar geçti.

Gördüğünüz gibi tarih ve gastronomi hep el ele yürüyen iki bilim.

İkisi de birbirinden çok etkilenmiş.

Aç kalan ya da daha çok yemek isteyen insanlar göçlerle, savaşlarla tarihleri değiştirirken, tarihin doğurduğu yeni devrimler de (örneğin Sanayi devrimi) yemek kültürümüzü etkilemiş.

'Yemek' diyip geçmeyin!

Aslında hepimiz onun için yaşıyoruz!

Bugün kahvaltıda domates yerken Fatih Sultan Mehmet'ten bile şanslı olduğunuzu unutmayın!

Tabi hormonsuz olanlarsa...

HAFTANIN HABERİ

Tarihe ve sanata saygı duruşu

Bilecik Belediyesi tarafından tarihi belediye binası girişi için hazırlanan; tarihe ve sanata saygı duruşu niteliğindeki minyatürler, düzenlenen açılışla kamuoyuna duyuruldu.

İznik Vakfı tarafından büyük bir incelik ve titizlikle hazırlanarak İznik çini plakalar üzerine yerleştirilen minyatürlerde; Osmanlı ve Cumhuriyet dönemi Bilecik'ine ilişkin görseller yer aldı.

Görenlerin büyük beğenisini kazanan minyatürler belediye binasını ziyaret edecek tüm yurttaşlar tarafından görülebilecek.