Düşenleriyle çıkanlarıyla, sevinçleriyle hüzünleriyle bir sezon bitti. Kısa bir nefes molası veren oldu, vermeden transfer çalışmalarına başlayanlar oldu. İzmir'e baktığımızda iyi durumda olan Göztepe 1 transfer yaptı ve 1991 doğumlu Kongolu Kossi Prince Segbefia'yı kadrosuna kattı. Orta sahanın ortasında oynayan Segbefia, gerektiğinde defansif, gerektiğinde de ofansif oynayabiliyor. Kariyeri boyunca kulüp düzeyinde toplam 108 resmi maça çıkmış, 7618 dakika oynamış ve 9 gol atmış. 14 kere de milli olmuş fakat gol atmayı başaramamış. Bunlardan 10 tanesinde ilk 11 oynamış, toplam 854 dakika görev almış.
Segbefia'yı dikkatle izlemiş biri değilim. Ama verilerine baktığımız zaman bana pek iç açıcı gelmiyor. Göztepe'nin bu futbolcuda çok büyük bir risk aldığını düşünüyorum. Hayal kırıklığı yaratma olasılığı yüksek.
Altınordu'ya bakacak olursak, Çağlar'ı Freiburg'a ve Cengiz'i Başakşehir'e verdi, 5 oyuncusuyla da yollarını ayırdı. Ama alınan oyuncu şu ana kadar daha yok. Denizlispor, Recep Niyaz'ı bonservis bedeli alamadan Rizespor'a kaptırdı. Bu büyük bir kayıp oldu.
Karşıyaka'nın transfer yapması için para bulması gerekiyor öncelikle ama tüm çabalara rağmen sonuç şimdilik yok. Altay'ın da transfer yapabilmesi için paraya ihtiyacı var fakat kaderine razı olmuş ve transfersiz bir sezon geçirecek.
Diğer İzmir ve Ege takımlarında da hiç bir ses yok. Ama daha erken. Bekleyip, göreceğiz, bakalım neler olacak.
Şampiyona şiddetle başladı
Zaman su gibi akıp geçti, beklenen Avrupa Şampiyonası start aldı. Ama futbol yanında şiddeti de getirdi ve ilk vukuat İngilizlerle Ruslar arasında meydana geldi. Yüzlerce kişi birbirine girdi, ağır yaralananlar oldu.
Birçok insan futbolu ön plana çıkarıp, şiddeti halı altına süpürmeyi tercih ediyor ama ben tam tersi şiddeti ön plana çıkarıp sporu arka plana itiyorum. Çünkü üzerine gidilmezse, şiddetin bir gün sporu bitireceğini düşünüyorum.
Şimdi spora geçebilirim. İlk 3 maçta dikkatimi en çok kaleciler çekti. Şampiyonanın ilk maçında Romanya'nın kalecisi Ciprian Tatarusanu ve 2. maçta Arnavutluk'un kalecisi Etrit Berisha birbirinin kopyası goller yediler. Yapılan ortaya hatalı çıkışları yüzünden, rakip takımlar kafa ile boş kaleye topu gönderdiler. 
3. maçta ise Slovakya'nın kalecisi Matus Kozacik'in, Gareth Bale'nin yaklaşık 30 metre mesafeden çektiği şuta müdahale edememesi, çok büyük bir hata idi. Her ne kadar top yön değiştirse de, hem mesafe uzaktı hem de topun gittiği nokta kendisine çok yakın bir yerdi. 
Böylesine hatalı golü yiyen takımların üçü de maçlarını 1 farkla kaybettiler. Gruplarda 3'er maç oynanacağı için, yapılan hataların telafisi çok ama çok zor.
Gece gündüz futbol
Bu sene Avrupa Şampiyonası ile Copa America çatıştı. Gündüz ve akşam Avrupa Şampiyonası, gece ve sabaha karşı ise Copa America maçları var. Futbol müptelalarına uyumak yok 1 ay. 
Copa America'ya da değinmeden geçemeyeceğim. İlk maçlar skor olarak oldukça kısırdı. Ama sonra bir açıldı, pir açıldı. Brezilya 7, Arjantin 5 attı, izleyenleri gole doyurdu.
Bu turnuvada göze batan bir kişi vardı o da Galatasaraylı Muslera. Dünyanın en iyi kalecilerinden biri olarak gördüğümüz Muslera yediği hatalı gollerle beni çok şaşırttı. Galatasaray'da bir kaç maçta yedi ama sonra yavaş yavaş form tutmaya başlamıştı. 
Fakat onu ön plana çıkaran asıl konu bu değil. Her zaman sakin yapısıyla herkesin beğenisini kazanan sempatik kaleci, Amerika'da, hakemin üzerine yürüdü. Allah'tan arkadaşları araya girdi de olası bir saldırıyı önlemiş oldular. Muslera tamamen biz Türklere benzemiş, bizim genlerimizi kapmış anlaşılan. Bizim Türk oyuncular futboldan çok, hakemle oynamayı tercih ediyorlar. Galatasaray'da iken Engin Baytar, hakemin üzerine yürümüş, 11 maç ceza almıştı. 
Umutlar yerle bir oldu
Rakibimiz Hırvatistan. Maçın favorisi de onlar. Birçok üst düzey oyuncuları var. Kalite olarak bizden iyiler. Bizi en çok korkutan şey hava topları. Hava toplarında çok ama çok kötüyüz, onların da iyi oyuncuları var. O zaman yapılması gerekenler:
1- Kanatları iyi kapatacak, orta yaptırmayacaksın.
2- Kanatları kapatıp, orta yaptırmamak için rakibine çok yakın oynayacak, topla buluşmasını engelleyeceksin.
3- Topla buluşmuşsa, yüzünü kaleye döndürmeyeceksin.
4- Döndürmüşsen, orta yapacağı açıyı kapatıp, orta yapmasını engelleyip, aut çizgisine doğru yönlendireceksin.
5 Aut çizgisine giderken, çizgide sıkıştıracak, gelecek yardımla çoğalıp, topu kapacaksın ve hiç bir tehlike yaşamadan topu kontrol altına alacaksın.
Bizim yaptığımız:
1- Rakibin topla buluşmasına izin verdik.
2- Yüzünü kalemize dönmesine izin verdik.
3- İlginç bir şekilde rakipten uzak durup, orta yapmasını izledik. Hele ki bir pozisyonda 3 kişi olmamıza rağmen, 1 kişi bile 'bi yanına gidip basayım' demedi, tribündeki seyirciler gibi izlediler.
Hırvatistan belki de tarihinde hiç bir maçta bu kadar orta yapmamıştır.
Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı kazandığı zamanlarda tam saha baskısı vardı. Rakibine nefes aldırmıyor, topu gelişi güzel vurdurtarak, rahatça kapıyorlardı. Bu yöntemi de denedik. Tam bir evlere şenlikti. Top ayağında olana 10 metrelik deparla pres yapıyoruz ama hemen pasını başka birine veriyor. Pasını verdiği kişinin de 5 metre uzağında duruyoruz. Ona doğru koşarak da pres yapıyoruz. O da orta sahadaki bir arkadaşına atıyor, bizden 3-4 kişi oyundan düşmüş oluyor. Orta saha bomboş. 
Böyle pres olmaz, buna da pres denmez. Pres, daha futbola ilk adımı attığında öğretilir. Peki pres nasıl yapılır?
İlk önce herkes 1 kişi belirler ve ona temas edecek kadar yakınına gider. O nereye koşuyorsa, gölgesi gibi takip edilir. Buna markaj denir, yakın markaj. Markajdaki oyuncuya pas atılmaz, atılamaz. Herkes bir oyuncuyu tutarsa, top ayağında olan kişi pas atacak kişi bulamaz. Topu çok tutarsa ayağında, yapılacak baskıyla kaptırabilir. Mecburen ayağından çıkarması gerekir. Pas verecek kimse bulamazsa, topu gelişi güzel ileri vurmak zorunda kalır. 
Markaj futbolun olmazsa olmazıdır. Bunu yapamayan hiç bir takım başarılı olamaz ve aynı bizim gibi sahada böylesine ezilir, darmadağın edilir.
Bir pozisyona daha değineyim:
Rakitic, maçın 50. dakikasında 25 metre kadar topu sürdü, ceza alanına yaklaştı, şut çekmek için topu sağına alırken, Ozan Tufan'ın önüne gelmiş oldu. Ozan Tufan ayağını uzattı ve faule sebebiyet verdi. Topla koşana göre topsuz koşan daha hızlıdır ve güçlüdür. Yapması gereken hemen omzunu dayayıp, sendeletmek, hemen ardından da vücudunu topla arasına sokup, önünü tıkamak olmalıydı. Böyle mücadele ettiğin sürece rakibini çok yorarsın. Yorulunca da oyundan hemen düşer, verimli olamazlar. İşte bunu da bize Hırvatlar yaptı ve hücum olarak da hiç bir şey yapamadık.
Emre'nin transferi çoktan bitmişti
Emre Mor, çok konuşuldu, çok konuşuldu ve sonunda Borussia Dortmund transfer etmeyi başardı. Ama bu takıma transfer olacağı yabancı basında bir iki hafta öncesinde verilmişti. Anlaşma önceden yapılmış, sadece resmi imza gecikmişti. O takım istiyor bu takım istiyor diye çıkan haberler fos idi hep.
Türkiye'den bir kulübe gelmemesine ve üstüne üstlük de Almanya'ya, Almanya'nın en iyi kulüplerinden birine gitmesine çok sevindim. Türkiye'de yok olup gidecekti. Arda'da İspanya'ya, Atletico Madrid'e gitmiş ancak bu sayede daha kaliteli bir oyuncu olabilmişti.
Kısa kısa...
Milli takımımız kısa paça pantalon modasına uydu hatta daha da ileri götürdü, kapri pantalon modası yarattı. Ben bu giyim tarzını Tümer Metin'e bağlıyorum, çünkü hem milli takımla birlikte kamp yaptı hem de yıllardır kısa paça pantalon müptelasıdır kendisi. Parmağı var mutlaka.
Ukrayna, Almanya'ya yenildi fakat oynadığı futbolla takdir topladı. Bundan daha iyisini grupların son maçında İspanya'ya karşı oynamış ama İspanyol kalecinin panter kesilmesi yüzünden galip gelememişti.