Türkiye’nin ekonomik durumu, siyasi istikrarı ve hükümetlerin başarısı üzerinde uzun yıllardır önemli bir etkiye sahip olmuştur.
Bu etki, ekonomik politikaların seçim sonuçları üzerindeki belirleyici rolünden, ekonomik krizlerin hükümetlerin meşruiyetini sorgulatan unsurlar haline gelmesine kadar geniş bir yelpazeyi kapsar. Türkiye'de ekonomik göstergelerin siyaseti nasıl şekillendirdiğini anlamak için birkaç önemli faktörü ele almak gerekir.
Enflasyon, Türkiye ekonomisinin kronik sorunlarından biri olarak öne çıkar. Özellikle yüksek enflasyon dönemlerinde, halkın satın alma gücü azalır ve ekonomik belirsizlikler artar. Bu durum, hükümetlere olan güveni sarsabilir ve siyasi partilerin oy kaybına neden olabilir. Örneğin, 2000'lerin başındaki yüksek enflasyon, 2001 ekonomik kriziyle birleşerek dönemin koalisyon hükümetlerinin yıkılmasına yol açtı. Bu süreç, AK Parti’nin iktidara gelmesine zemin hazırladı.
İşsizlik oranları da benzer şekilde siyaseti etkileyen kritik bir göstergedir. Yüksek işsizlik oranları, özellikle genç nüfus arasında, toplumsal huzursuzluklara ve hükümete yönelik eleştirilerin artmasına neden olabilir. İşsizliğin yaygın olduğu dönemlerde, muhalefet partileri bu durumu hükümete karşı bir koz olarak kullanır ve bu da seçim sonuçlarına yansır.
Ekonomik büyüme oranları, hükümetlerin başarısının en somut göstergelerinden biri olarak kabul edilir. Türkiye'de hükümetler, yüksek büyüme oranlarını genellikle ekonomik başarılarının bir kanıtı olarak sunar. Örneğin, 2002-2007 yılları arasında AK Parti hükümetleri döneminde Türkiye’nin yaşadığı yüksek büyüme oranları, iktidarın popülaritesini artırmış ve bu süreçte ekonomik refahın artması, siyasi istikrarı pekiştirmiştir.
Ancak, büyüme oranlarının düşmesi veya ekonomik daralma, hükümetlere yönelik eleştirileri artırır. Bu durum, 2008 küresel ekonomik krizinin Türkiye'ye yansımaları sonrasında da gözlemlenmiştir. Kriz sonrası dönemde ekonomik büyümenin yavaşlaması, hükümetin ekonomi politikalarına yönelik eleştirilerin artmasına neden olmuştur.
Türkiye’nin dış borcu ve cari açığı, ekonominin kırılganlıklarını gösteren önemli unsurlardır. Özellikle cari açığın yükselmesi ve dış borcun artması, ekonomik bağımsızlık ve sürdürülebilirlik konusunda endişelere yol açar. Bu durum, hükümetlerin dış politika kararlarını ve uluslararası ilişkilerini de etkileyebilir. Örneğin, dış borcun artması, Türkiye’nin uluslararası finans kuruluşlarıyla ilişkilerini zorunlu kılabilir ve bu da iç politikada hükümetin eleştirilmesine neden olabilir.
Türkiye tarihinde ekonomik krizlerin siyasi sonuçları çok belirgin olmuştur. 1994 ve 2001 ekonomik krizleri, Türkiye’deki siyasi istikrarsızlığın ve hükümet değişikliklerinin en önemli nedenleri arasında yer alır. 2001 krizi, özellikle Türk lirasının büyük değer kaybetmesi, bankacılık sistemindeki çöküş ve yüksek işsizlik gibi unsurlarla hükümetin meşruiyetini sorgulatan bir dönemi beraberinde getirmiştir. Bu kriz, siyasi arenada büyük değişikliklere yol açmış ve AK Parti'nin 2002 seçimlerindeki büyük zaferine zemin hazırlamıştır.
Ekonomik durum, seçmen davranışlarını doğrudan etkiler. Seçmenler, genellikle ekonomik refahın yüksek olduğu dönemlerde mevcut hükümeti desteklemeye meyillidir. Ancak ekonomik krizler, işsizlik, enflasyon gibi sorunlar arttığında seçmenler değişim arayışına girer. Bu bağlamda, ekonomi, seçim kampanyalarının ve siyasi söylemlerin merkezinde yer alır. Siyasi partiler, ekonomik vaatlerle seçmeni etkilemeye çalışır; ancak ekonomik başarısızlıklar genellikle mevcut hükümetlerin oy kaybetmesine neden olur.
Hükümetler, bazen ekonomik sıkıntılar döneminde popülist politikalara yönelerek kısa vadeli çözümler sunmaya çalışır. Bu tür politikalar, halk arasında geçici bir rahatlama sağlasa da uzun vadede ekonomik dengeleri bozabilir ve daha büyük sorunlara yol açabilir. Popülist politikalar, genellikle seçim öncesi dönemde yoğunlaşır ve hükümetlerin oy kazanma stratejisi olarak değerlendirilir. Ancak, bu tür politikaların sürdürülemez olması, gelecekteki ekonomik krizlere davetiye çıkarabilir ve bu da siyasi istikrarı tehdit edebilir.
Türkiye ekonomisi, siyaseti şekillendiren en önemli faktörlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Ekonomik göstergelerin olumlu ya da olumsuz yönde değişmesi, doğrudan siyasi sonuçlar doğurabilir. Hükümetlerin ekonomik performansı, seçmen tercihlerini büyük ölçüde etkilerken, ekonomik krizler siyasi değişimlerin kapısını aralayabilir. Bu nedenle, Türkiye'deki siyasi dinamikleri anlamak için ekonomi-politik ilişkisini iyi analiz etmek gerekir. Sonuç olarak Akparti hükümetinin son yıllarda işi bilmez bakanlar ve bürokratlar ile ekonomiyi yönetmekte ısrar etmesi, bir daha ki seçimlerde seçmenin yeni arayışlara itmekte, sayın cumhurbaşkanının 2026 ya kadar ekonomiyi toparlayıp 2027 başında olabilecek erken seçime ekonomiyi düzelterek gitmekten başka şansı yok, oda bu kadrolarla zor gözükmektedir, hadi hayırlısı bakalım vatandaş az daha dişini sıkmak zorunda kalacak gibi, inancım şu ki önümüzdeki bir kaç ay içinde banka faizleri hızla düşürülüp piyasaları hareketlendirilecek en iyi yatırım altın ve toprak olacak gibi duruyor , mutlu ve esenlikle kalın...