Acısıyla, tatlısıyla koskoca bir yılı daha geride bıraktık. Ancak acısı daha çoktu sanki. Her yıl aynısı oluyor. Dünya kirlendikçe kelimeler de dikleşiyor, oysa temizlenip mülayimleşeceğine. İnsanoğlu hatasından ders alıp, düzelmiyor çünkü. Tam tersi. Hata üstüne hatayla sürdürüyor yaşamını. Birey, aile, toplum derken ülkeler arası yayıldı kirlilik. Geri kalmış hep geride, gelişmekte olan da hep gelişmekte. Bu tablo hiç değişmedi. Değişmeyecek de. Gelişmiş ülkeler için bu tablonun böyle kalması gerekiyor sanki. Gelişmişlik de bu ise tabii. Bu yıla, yani 2013'e özel hazırlanmış açlıktan ölmek üzere olan bir dünyalının yer aldığı "Merry Christmas World" (daha güzel bir dünya için yeni yıl kutlaması) başlıklı fotoğrafı görünce bunu anlamamak mümkün değil. Yirmi birinci yüzyıl imiş, gelişmiş ya da gelişmekte olan ülke insanı imiş. Hiç fark etmiyor. Dün böyleydi. Bugün de böyle. "Bir bu gün iki yarına bedeldir" demiş ise Benjamin Franklin. Yarın daha beter olacak demektir. İnsanlık ölmüş. Kendinden başkasını ya da bir adım ötesini düşünmeksizin yaşıyor ve yaşlanıyor insanoğlu çünkü.

Dünyada iletişim dili de değişti. Bayılıyor insanoğlu bağırıp çağırmaya, küfretmeye, dövmeye. Yetmedi kesip biçerek ya da silah kullanarak cana kastetmeye. Yalan, dolan, taciz, tecavüz ise gırla. İnsanoğlu ne zaman akıllanır diye düşünmek anlamsız. Dizi ve film senaryoları şiddet ağırlıklıyken, milletin vekilleri söz ve davranışlarına özen göstermezken ev, iş yeri ya da sokakta yaşananlar farklı olabilir mi? Eskiden insanı güçlü kılan bilgisiydi şimdilerde yerini kesici, delici ya da ateşli aletlere bıraktı. Orta yolu bulmak diye bir kavram da kalmadı artık. Fikir teatisi yerine sonsuza dek konuşmamak üzere susturuyor insanoğlu birbirini. Oysa yaşamayı bilmek ve yaşatmak varken yaşamın güzelliklerini.

'Elma' başlıklı bir öykü okudum internette. Yazarı Bernard Show. Öykü aynen şöyle: Franklin çocuğa bir elma vermiş. Çocuk çok sevinmiş. Bir elma daha vermiş. Çocuk daha çok sevinmiş. Bir elma daha verince çocuk sevinçten deliye dönmüş. Bir elma daha verince, çocuk dört elmayı elinde zapt edememiş, sonuncusunu düşürmüş yere. Bu sefer ağlamaya başlamış çocuk. Hayat böyledir işte. Hayal etmediğimiz bir saadete eriştikten sonra, onun bir lokmasını dahi kaybetmek bizi perişan eder. "Keyifler değildir yaşamı değerli yapan. Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan."

Bu öykünün irdelenecek iki yanı var bana göre. İlki azla yetinmeyi öğrenmek! İkincisi de yaşamı değerli kılan en önemli öğenin sağlık olduğunun bilincine varmak. Öyküde yer aldığı gibi yaşam ise keyif almayı değerli kılan yaşamı da değerli kılan sağlık! "Olmaya cihanda bir nefes o da sıhhat gibi" demiş ise Kanuni. Sağlık elden gidince elmanın biri de bir, bini de bir çünkü. Ayrıca öyküde yer alan bir çocuk ve böyle davranması da çok doğal. Ancak erişkinler çocuk gibi davranınca olmuyor tabii. "Azla yetinmeyen çoğu bulamaz" deniliyor ise boşa değil. Salt bu nedenle çocuklukta öğrenilmesi gereken çok şey var. Ancak önce erişkinlerin kendilerine çeki düzen vermeleri koşuluyla tabii! Ne geliyorsa insanoğlunun başına doyumsuzlukları sonucu geliyor çünkü.

Eflatun (Plato) "Cesaret, tehlike anında akıl ve zekanın kullanılmasıdır" der. Tehlike çanları açlık, sefalet ve şiddetten yana çalıyor. Daha güzel bir dünya için açlık ve sefalet fotoğraflanacağına insanoğlu artık akıl ve zekasını kullanmalı. Bir bugün iki yarına bedel ise bugünden başlayarak kullanmalı. "Yalnız yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumluyuz" (Moliere) çünkü.