Enerjisine hayran olduğum bir Karşıyakalı var...

'Dur durak' bilmeyenlerden...

Hiç beklemediğim bir anda bana özel bir mektup göndermiş...

Aslında babasını da tanırdım...

Birlikte çok maç izlemiş, Sancar Maruflu ile birlikte sanat etkinliklerinde olmuştuk.

Karşısına bazı insanları alabilir düşüncesiyle, daha doğrusu birileri tarafından üzülmesini istemediğim için benimle paylaştıklarını anlatacağım ama adını saklı tutacağım...

İyice dolduğu belli...

Son damla bardağı taşırmış anlaşılan!

Söylediği ve iddiası şöyle:

'Atatürk'ümüzün ölümünden sonra sanki, gizli, hain ve nankör bir el, Atatürk'ümüzün ayak izlerini birer birer sildi...

Örneğin İpekçi Köşkü (Çağlayan Apt.) yıkıldı...

Engellenemez miydi?

Karşıyaka lisemizin tarihi binası yıkıldı...

Engellenemez miydi?

Sağlamlaştırılamaz mıydı?

İstasyon binası tanınmaz hale geldi!

İsmail Özkunt sokağındaki köşk viranelik (ki bu köşk Cumhuriyet'in ilanından sonra Karşıyaka Spor Kulübü'ne, Halkevlerine ve CHP Karşıyaka İlçe Örgütü'ne de sahiplik yapmıştır.)

Sonra utanmadan 'Atatürk'ün Karşıyakası!' diyoruz...

Zübeyde Anamızın vefat ettiği köşkün kapısına hamalları oturtuyoruz!

Atatürk'ümüze hiç benzemeyen büst ve heykeller var ilçede...

Ve maalesef, ne Karşıyakalılar, ne CHP, ne de ADD sahip çıkmıyor bu soruna!

Yönetici durumunda olanları tanımadığım için bu konuda bir şeyler yazmak da istemiyorum...

Ama şunu biliyorum:

Bazılar güzel konuşur, iyi nutuk atar, ama koltuğunu da sever ve bırakmaz...

Bazıları da günü gün eder, elini taşın altına sokmaz...

İdealistler, inanmışlar ise hep yalnız kalırlar, seslerini duyuramazlar ve sonunda küsüp köşelerine çekilirler...

Şimdi de bir başka gerçeği yine idealist olduğunu düşündüğüm kişilerin ağzından paylaşayım:

YETİŞENLER ARADA KAYBOLUYOR

Kuşadası'ndan Süleyman Arslantürk yazmış...

Çok ilginç ve gerçekçi buldum...

Konu çok önemli...

Şimdi birçok kişi belki de 'olur mu?' diye soracak...

Ancak adlarının başında koskocaman 'profesör' yazanların hallerini ise medyadan görüyoruz...

Neyse lafı uzatmadan yazılanları paylaşayım;

Şükriye Kayaalp "Memlekette mimar yetişmiyor, tek tük belki" dedi.

Yanıtım:

Yetişmeyenler o kadar çok ki yetişenler arada kayboluyor... Küsüyor... Uyumsuz oluyor.

Düzenbaz Düzen Sürüp gidiyor...

1950'den sonra; 'Zengin Ol da Nasıl Olursan Ol!' moda oldu.

Diplomalılar kendini 'Bir şey oldum' zannetti:

Düzenbazları ve toplumu atlatmaya çalıştı.

Toplum da; baktı ki diplomalar boş, kendi 'Abidik Gubidik Düzenini' kurdu.

Paralılar veya iş bitiriciler diploma satın alarak, Atatürk'ün 'Akıl ve Bilim'ini atlayarak, atlatarak koşuyorlar...

Tökezliyorlar...

Tosluyorlar...

Zararını topluma ödetiyorlar...

Kah kah, Kıs kıs, pis pis gülüyorlar...

Tıksırıncaya pıksırıncaya kadar  içip yiyorlar..

Ayılar gibi oynuyorlar...

Tilkiler gibi her yerden girip çıkarak her yeri koklaya koklaya dolaşıyorlar...

Bilim adamları; 1950'den sonra alınıp kullanılan, gölgesinde uyunan, kiralanan, satılan 'diplomaları ve diplomalıları' bilimsel inceleme merceğine almalılar ve yaymalılar...

Kalkınmanın ideal başlama noktasını aramakla, tartışmakla geçti diplomalıların ömrü.

İdeal nokta bulunamıyor.

Akılcı nokta aranmalı...

O da meslek odaları olmalı.

Meslekler, meslek politikacıları demokrasiyi tatbik etmeden politikayı bilim demokrasi yönüne yönlendirmeden, birbirimizi atlatma kandırma oyunu sürüp gidecek....

Birileri birilerini bir an önce kandırmak için diploma dağıtıyor...

Bilimsel...

Gerçekçi bir hareket başlatılması gerekiyor.