Ufak tefek, cin gibi bir meslektaşımdı, aynı okulda Türkçe öğretmeniydik.
Din, mezhep, siyaset, düşünce konularında sık sık tartışırdık.
Bir gün elinde bir kitap yaprağıyla (zafer kazanmış bir edayla) geldi.
Mezhepler konusunda kendisini haklı çıkaracak bir kanıt bulmuştu kendince.
Risale-i Nur'dan koparılmış bir yapraktı.
Sıffın Savaşı (Hz. Ali ile Muaviye arasındaki savaş) hakkında görüş bildiriyordu.
Ebu Hanife' nin bu  sözüyle başlıyordu.
"Her kim ki din, ahkam konusunda bir görüş bildirir ve isabet ettirirse, sevap kazanır, yanılırsa da onun yarısı kadar sevap kazanmış olur." (Bu sözün Ebu Hanife' ye ait olduğu konusunda ikna olmuş değilim)
Sonra şöyle devam ediyor Nursî o yaprakta: "Nitekim Ali ile Muaviye arasındaki savaşta Ali haklıydı iki sevap kazandı, Muaviye haksızdı bir sevap kazandı."
Dogmatik - formel (biçimsel) mantığa bundan daha tanımlayıcı bir örnek yoktur sanırım.
Bu savaşta yetmiş bin (kimi kayıtlarda) kişi öldü; müslümanlar bölündü; Kur' an mızraklara dizilip savaş gereci olarak kullanıldı; hakem olayında  hileyle Hz.Ali' nin halifeliğine son verilip Muaviye halife tayin edildi.
Bu kadar haksızlığa ve ölüme sebep olanlar hakkında koruyucu dogma kalkanı devreye sokuluyor.
Bu mantıkla, haklı haksız, iyi kötü, doğru yanlış ayrımı,tercihi yapılabilinir mi?
İşte İslam dünyasının bu skolastik yapıyla içine düştüğü çıkmazlar.
Kimi, neyi; kimden, neden koruyorlar?
Batı toplumları bu bağnaz, dogmatik yapıdan kurtuluşla, eleştirel mantığın yollarını açarak bilim, teknoloji ve sanatta yükselmişlerdir.
Eleştirel mantık, olay ve nesneleri farklı görüş ve düşüncelerle yorumlayan, deneye, gözleme, kanıta, akla dayanan mantıktır. Uygarlığın temellerini eleştirebilenler (canı pahasına da olsa) atmıştır.
Statik, tutucu, fanatik mantıkla toplumlar ancak sürüleştirilir, böldürülür, savaştırılır; yoksul, yaralı, mutsuz bırakılırlar...