Yine yeni yeniden yaşadık güvensizliği. Bu kaçıncı? Halkın hür iradesi engelsiz koşulsuz sandığa yansıyamıyor bir türlü. Bakıyorlar ki durum aleyhe sonuçlanacak karşı tarafın ne hakkı kalıyor ne de hukuku. Kazanmak için her yol mubah. Nasıl olsa unutulacak ya. Yapmayan enayi. Oysa güven bir kez sarsılmaya dursun tamir etmek zordur. Güvensizlik giderek paranoyak (kuşkucu) yapar insanı. Bu yüzden paranoyak toplum olduk. İyi kötü, doğru yanlış ayırt etmeksizin kuşkulanıyoruz çünkü. Oyların yakılması, çalınması, saçılması, birine eksik diğerine fazla yazılması gibi eylemler çeşidini arttırarak süre giderken başka türlüsü mümkün mü?

Yaşamını hileyle sürdürenler ise rahat. Rahatlıktan öte pişkinler. Hatta öyle pişkinler ki suçluyken güçlü gösterebiliyorlar kendilerini. Demek istiyorlar ki "Ya bu deveyi güdeceksin, ya da bu diyardan gideceksin." Kendilerinden olmayanı kendileri gibi olmaya zorluyorlar kısaca. Yalnız seçimlerle sınırlı değil, yaşamın her alanına yansıdı hile. Sese dublaj, görüntüye montaj vesaire! Hatta bilime de el attı. Bilimsel çalışmalarda etik ihlal (evrensel kurallara aykırı girişim) ve intihal (başkasına ait bilgiyi, kaynak göstermeksizin, kendine aitmiş gibi kullanmak) o denli arttı ki akademik çalışmalardaki intihalleri tespit etmek amacıyla paket program (iThenticate programı) üretildi. Tenezzül eden de bilim insanı. Cahil cühela değil toplumun en tahsilli kesimi. Ancak ilim cahilliği alıp kurnazlık baki bırakınca olanlar oluyor. Ortada ne bilim kalıyor ne de şahsiyet. Dolayısıyla etik ihlal ve intihale tenezzül de kaçınılmaz oluyor tabii.

Nasıl oldu da bu hale gelindi? Kurnazlık rağbet göreli alın terinin hükmü kalmadı sanki. Çalışarak çabalayarak hedefe ulaşmak yerine üzülmeden, sıkılmadan, yorulmadan ancak mutlaka mazlumu oynayarak yer edinmek ya da unvan elde etmek geçerli. Kısa yoldan ve hak hukuk gasp ederek tabii. Bunun adı düpedüz haksız kazanç. İşin adı her ne olursa olsun, işin içine hile karışmışsa, işin sonunda elde edilene haklı kazanç denilebilir mi? Denilemez elbette ama denilmekte. Yalnız denilmekle de kalmıyor. Kabul de ettiriliyor ne yazık ki. Dün hak hukuktan yana olanlar bugün menfaatleri gereği tam tersi davranıyorlar. Suçlunun güçlü, namussuzun cesur kalma nedeni de bu zaten. Halen yalana, dolana, çalmaya, çırpmaya ortak (doğrudan iştirak) ve/veya onay verecek (dolaylı iştirak) nitelikte insanları kolayca bulabiliyorlar çünkü.

Durum böyleyken toplumu oluşturan bireylerin psiko-sosyal gelişimine değinmeden olmaz. Kişiliğin oluşumunda biyolojik etkenler yanı sıra toplumsal etkenlerin de önemli olduğu belirtilmekte çünkü. Sigmound Freud, kişiliğin temellerinin ilk altı yılda atıldığını savunurken, Erik Erikson, kişilik gelişiminin yaşam boyu sürdüğünü savunarak çevrenin etkisini temel alır. Her dönemin kendine ait gereksinimleri, tamamlanacak görevleri, çözümlenecek sorunları, duyarlı yönlerinin olduğunu vurgulayarak insanın sekiz evresi kuramından söz eder. "Toplum nasıl bu hale geldi?" demeden önce bu evrelere bakmakta yarar var:
1. Temel Güvene Karşı Güvensizlik (0-1.5 yaş); bebeğin temel güven duygusunun gelişmesi bakımından sorumlu kişilerin temel gereksinimleri düzenli karşılamalarıyla sağlanır. Çocuğun kendini değerli hissetmesi ve olumlu bir benlik geliştirmesi annenin (bakımından sorumlu kişi) çocuğunu sevmesi, yakından ilgilenmesiyle olur. Çocuğa bakan kişi çocuğa aşina geliyor, tutarlı davranıyor ve davranışındaki tutarlılık süreklilik gösteriyorsa çocuğun güven duygusu edinmesi kolaylaşır.

2. Özerkliğe Karşı Kuşku ve Utanç (1.5-3 yaş); çocuk başkalarına bağımlı olmaktan çıkıp kendi isteği doğrultusunda girişimlerde bulunmaya başlar. Başkalarının yardımını reddederek ne yapacaksa tek başına yapmak ister. Ebeveynlerin aşırı kontrol ve baskısı çocuğun kendi yeteneklerinden şüphelenmesine, davranışlarından utanmasına neden olur.

3. Girişimciliğe Karşı Suçluluk (3-6 yaş); çocuğun bağımsız hareket edebilme becerisi giderek geliştiğinden fiziksel ve sosyal çevreyi daha fazla araştırır. Motor ve dil gelişiminde ki ilerlemeler sonucu çok hareketli ve meraklı olan çocuğun bu hareketleri engellenir ve eleştirilirse çocuk yaptıklarının yanlış olduğunu düşünerek suçluluk duyguları yaşayabilir. Ebeveynler, çocuğa yapması ve yapmaması gereken davranışları tutarlı tutumlarla öğretmeleri ve kısıtlamaların mantıklı gerekçelerini açıklamalıdır.

4. Başarıya Karşı Aşağılık Duygusu (7-11 yaş); Çocuk bu dönemde kendisine ve yeteneklerine ilişkin olumlu tutumlar geliştirmelidir. Bunu başaramadığı takdirde aşağılık duygusu yaşayabilir. Abartılı başarı beklentisine girmek, çocuğu başkalarıyla kıyaslamak, yaptıklarını beğenmeyip sürekli eleştirmek gibi davranışalar çocukta yetersizlik duygularına neden olur.

5. Kimlik Kazanmaya Karşı Kimlik Karmaşası (12-17 yaş); bu dönemde fizyolojik, bilişsel ve sosyal alanlarda hızlı değişme ve gelişmeler yaşanır. Ergen kendine yakın bulduğu kişileri taklit edecektir. Ergeni yargılamadan kabul eden, ergenin sevgi ve güven veren insanların bulunduğu bir çevrede bulunması, sağlıklı bir kimlik geliştirebilmesi, açısından önemlidir. Bu evrede kimlik bulma sorunu çözülmezse kimlik karmaşası bunalımı yaşar.

6. Yakın İlişkilere Karşı Yalnızlık (20-30 yaş); ergenlik döneminde kimliğini kazanan birey genç yetişkinlikte başkalarıyla ilişki ve dostluklar kurmak ister. Yakınlıktan kasıt bireyin kendi bütünlüğünü koruyarak bir başkasının kişiliğinde kendini bulmaktır. Bu dönemde yakın ilişkiler kurmada güçlük çekerse yalnızlık duygusu yaşayabilir.

7. Üretkenliğe Karşı Durgunluk (30-65 yaş); orta yetişkinlikte bireyden aile ve iş yaşantısıyla toplumsal rollerinde verimli ve yaratıcı olması beklenir. Bunu başaramayan bireyler kendilerine ve çevrelerine yararlı olamadıklarından durgunluk yaşarlar.

8. Benlik Bütünlüğüne Karşı Umutsuzluk (65+ yaş); birey yaşlılık yıllarında yaşamını gözden geçirip anlamlı ve doyumlu bir hayat yaşadığını düşünüyorsa benlik bütünlüğü gelişir. Geçmişini başarısızlıklarla dolu gören ve pişmanlıklar yaşayanlar umutsuzluk duygularına kapılır.
Her evrede benliğin karşılaştığı bir olumlu benlik, bir de bunun karşıtı belirtilmiş. Erikson, her gelişen dönemin kendisinden sonra gelen döneme zemin hazırladığını ve daha sonra gelen dönemin önceki dönemlerden etkilendiğini belirtmekte. Bu evrelerin hakkını vererek ilerleyebilmekse bireyin psiko-sosyal gelişimini olumlu yönde destekleyecek ailelerde yaşayıp yetişmesine bağlı. Güven ve bağımsızlık duyguları özgür ve demokratik aile ortamlarında kazanılabiliyor. Aile çocuğa rol model oluyor çünkü. Ki bunlar da ancak erken çocukluk yıllarından itibaren çocuğun ihtiyaçlarının karşılanması, kişiliğine saygı duyulması, çocuğa uygulanan kuralların nedenlerinin açıklanması, çocukla iletişimin dingin tutulması, çocuğa sevgiyle yaklaşılmasıyla mümkün. Aksi koşullarda bilinçli birey, aile ve toplum olmak zor! Olunacaksa da çok uzaklarda bir yerde ne yazık ki!