SEN SUS FIKRALAR SÖYLESİN

 İstanbul'da Tıp Kongresi toplanmış. Dünyanın dört bir yanından uzmanlar katılmış toplantıya. Önce bir Fransız doktor, yanında mayolu ve çok güzel bir kızla çıkmış sahneye. Başlamış konuşmaya;
-Değerli meslektaşlarım, bu yanımda gördüğünüz kaynanamdır. Ben bir plastik cerrah olarak bütün becerilerimi onun üzerinde denedim. Sonucu görüyorsunuz. Önce büyük şaşkınlık sonra alkışlar, alkışlar... Sonra bir Alman doktor çıkmış sahneye. Yanında yakışıklı, atletik Herkül gibi bir adam. Alman doktor başlamış konuşmaya;
-Beyler, benim tezime göre insan öldüğünde ölüme sebep olanın dışında kalan organları sağlam kalır. Biz de savaşta kaybettiğimiz askerlerin sağlam parçalarını bir araya getirerek, fiziki olarak mükemmel, zekâ olarak üstün olan bu süper insanı yarattık. Yine alkışlar ve bravo sesleri... Sonra İspanyol doktor sahneye çıkmış yanındaki boynunda dikiş izi olan genç adamın kopan kafasını tekrar nasıl yerine diktiğini anlatmış. Daha sonra Japon doktor harakiri yapan ve bu sebeple bütün iç organları parçalanan genci göstererek yaptığı başarılı ameliyatla onu nasıl sağlığına kavuşturduğunu anlatmış. Ve onlar da büyük alkış almış. Bütün konuklar ev sahibi olarak sizden de bir konuşmacı isteriz diye tutturmuşlar. Tam gün yasası sebebiyle üniversitelerde artık ameliyat yapamayan profesörlerden bir ses çıkmamış. Sonra bir hocamız süklüm püklüm sahneye gelmiş. "Peki" demiş "Ben bizim ameliyatlar sizinkilerin yanında çok sönük kalacağı için konuşmak istememiştim. Ama mademki ısrar ediyorsunuz, o halde anlatayım."
 -Benim en son yaptığım ameliyat çok değerli bir gazeteciye yaptığım BADEMCİK ameliyatıydı. Salonda bir anda alaycı gülüşmeler ve "Bademcik ameliyatı mı? Ha gazeteciyi ameliyat etmişsin ha başka birini ne fark eder? Altı üstü bir bademcik ameliyatı" gibi konuşmalar meydana gelmiş. Türk hekim konuşmasını sükûnetle sürdürmüş: "Değerli meslektaşlarım, sanırım konuyu pek iyi anlayamadınız. Ülkemizde basının durumu malum. Bu gazeteci hastam da hiç bir şekilde ağzını açamıyordu ve bademciği tersten aldım. Özgür basın mensuplarına ithaf olunur."
 
BURASI İZMİR HATUNİYE CAMİSİ

 Hatuniye parkının köşesinde yer alan bu cami, XVII. Yüzyılın başlarında yaptırılırmıştır. Camiyi yaptıran Yusuf Çavuşzade Hacı Ahmet Ağa'nın annesi TAYYİBE HATUN'dur. Ancak o dönemlerde camilere kadın adının verilmesi pek yaygın bir alışkanlık olmadığından cami zamanla "HARUNİYE CAMİSİ" olarak anılmaya başlar. Caminin eski avlusu ve medresesi yıkılarak park haline getirilmiştir. Bugünkü avlusu ise sonradan eklenmiştir. Bu tek minareli tarihi camiye sonradan bir cemaat yeri daha ilave edilmiştir.

ATATÜRK KÖŞESİ

"Benim için dünyada en büyük mükâfat, milletimin en ufak bir takdir ve iltifatıdır." Mustafa Kemal Atatürk 1920

HABER YORUMLARI KÖŞESİ

Haber: Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve öteki eski yetkililerin ifadeye çağrılmasıyla ilgili olarak "Kurumlar, kanunlarla verilen görevleri yerine getirmelerinden dolayı suçlanırken çok dikkatli olunması gerekir. Bu konu ve bütün bunların yaşanması, Türkiye için gerçekten talihsizliktir ve üzücüdür" dedi.

Yorum: Doğrudur, ama Sayın Cumhurbaşkanımız bu sözleri keşke Sayın İlker Başbuğ tutuklanırken de söyleseydi. O zaman bugün çok daha fazla etki yapardı.

SOHBET EDEN ŞİİRLER

MEYHANE MUKASSİ GÖRÜNÜR TAŞRADAM AMMA
BİR BAŞKA FERAH BİR BAŞKA LETAFET VAR İÇİNDE
İspanyol meyhanesinde bir gece
Seninle, seninle baş başayız
Üstelik sarhoşuz adamakıllı, daha içelim, daha içelim...
İspanyol meyhanesinde öldüğümüzü kimse bilmesin
Hey garson, bütün hesaplar benden bu gece, sen de iç, sen de iç
Kapat kapıları, kapat, kapat, yabancı girmesin
İspanyol meyhanesinde öldüğümüzü kimse bilmesin
Ölelim, ölelim artık, bitsin bu delicesine koşu, bitsin bu koşu
Yeter, yeter... Öleceksek ölelim
Haydi, vur kendini şaraba, kedere ve aşka vur
Ümit yaşar Oğuzcan

Burada saçların her teline bir galon içilir
Gözlerin her rengine bir şarkı seçilir,
Sen bu sekiz köşeli meyhaneyi bilmezsin
Bu sekiz köşeli meyhane seni bilir
Burası agora meyhanesi
Burası arzularını yitirmiş insanların dünyası
Şimdi içimde sokak fenerlerinin yalnızlığı
Boşalan ellerimde kahreden bir hafiflik
Bu akşam umutlarımı meze yapıp içiyorsamElimde değil,
Bu da bir nevi namuslu serserilik.
Dışarıda hafiften bir yağmur var.
Bu gece benim gecem
Kadehlerde alaim-i semaların raks ettiği,
Gönlümde bütün dertlerin hora teptiği gece bu
Camlara vuran her damlada
Seni hatırlıyorum
Ve sana susuzluğumu...
Onur Şenli

HAFTANIN AFORİZMASI

"Uygarlık tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olan bir uygarlık çağını yaşıyoruz."  Nietzsche

DÜN BUGÜN
Az gittik uz gittik.

12 Şubat 1966: Milli Eğitim Bakanı Orhan Dengiz, "İmam-hatip okulları kalkınmamız için gereklidir" dedi.

Şubat 2012: Başbakanımız "Dindar gençlik yetiştireceğiz" sözlerini eleştirenlere "dindar değil de tinerci mi olsunlar" dedi.
 

POLİTİKADA NÜKTE

Churchill konuşmalarında nükteyi en çok kullanan siyasetçilerdendi. Bugün siyasetçilerimizin birbirlerine küfür edercesine "omurgasız herif" gibi sözler sarf ettiğini sıkça duyarız. Bakın nüktedan bir politikacı olarak Churchill aynı kavramı, Maliye Bakanı Mac Donald'ı eleştirirken nasıl dile getirmiş: "Çocukken, dünyaca ünlü Amerikan Barnum sirkine götürüldüğümü hatırlıyorum. Aylardır reklamı yapılan ve herkesin dilinde olan 'Kemiksiz Ucube'yi ise her şeyden çok görmek istiyordum. Ama ne var ki annem ve babam, böyle bir manzaranın benim genç gözlerim için son derece tiksindirici ve demoralize edici bir manzara olacağını düşünerek, 'Kemiksiz Ucube'yi görmeme mani oldular. Ve ben bu 'Kemiksiz Ucube'yi Maliye Bakanlığı koltuğunda otururken görmek için tam 50 sene bekledim."

KİTAP YAZ DİYEN DOSTLARIMA

Ulvi Puğ Haber Ekspreste çıkan yazıları sebebiyle kendisini yazar zannetmeye başlamıştı. Bir gün bir kokteylde ünlü rehber Sarp Alitaş ve ünlü işadamı Abraham Woolmark'la karşılaştı. Sarp Alitaş, Ulvi Bey'e hararetle şu öneride bulundu "Azizim bir an önce köşe yazarlığını bırakıp kitap yazmaya başlamalısınız." Abraham Bey de bu konuşmayı başıyla tasdik ederken Ulvi Bey memnun bir ifadeyle yanlarından ayrıldı. O ayrılır ayrılmaz Abraham, Sarp Bey'e sordu "Yahu sen Ulvi Bey'in yazılarını bir yığın imla hatası ile dolu ve anlamsız diye eleştirip durmaz mıydın?" Sarp hınzır bir gülüşle yanıtladı soruyu "Nasıl olsa Ulvi'nin kitabını basma enayiliğini gösterecek bir yayın evi bile çıkmaz. Adamın yüzüne karşı da sadece "Köşe yazarlığını bir an önce bırak" diyecek değildim ya."
***
Ama Ulvi Puğ zaten vehim ettiği yazarlık sıfatını bu iki dostundan da duyunca artık kitap yazması gerektiğine iyice kanaat getirdi. Bir vesile ile tanışma fırsatı bulduğu ve Türk edebiyatının en büyük yazarlarından biri olan sayın Yılmaz Karakoyunlu'nun yanında aldığı soluğu. Yılmaz Bey'e "Üstadım arkadaşlarım kitap yazmam konusunda çok baskı yapıyorlar bu konuda siz ne düşünürsünüz?" diye sordu.
Yılmaz Bey tüm nezaketiyle"  Ulvi Beyciğim ben bir ağabeyiniz hatta babanız yaşında olan bir büyüğünüz olarak size ancak şunu söyleyebilirim. Müelliflik mevzuunda muvaffakiyet kesp edebilmek için önce hazine-i kelimatınızın temayüz etmesi elzemdir. Bu vasıfların bünyenizde mevcudiyetini idrak ediyorsanız elbette ki yazabilirsiniz." Ulvi Bey kelime hazinesinin zenginliğinden olsa gerek "kitap yazarlığı konusunda başarılı olabilmek için önce kelime hazinenizin gelişmiş olması gereklidir" anlamına gelen bu cümlelerden sadece "elbette ki yazabilirsiniz" kısmını anlayabildiği için Yılmaz Beyden de icazet aldığını düşündü.
***
Kitabını yazdı ve kendi olanakları ile bastırdı. Bir yıl sonra, kitabının hem ön hem de araka kapağına kendi resmini bastırmış olmasından olacak ki yolda orta yaşlı bir bayan onu tanıdı ve arkasından seslendi:
-Ulvi bey
-Buyurun hanımefendi.
-Kitabınızı okudum.
-Ama ben size kitabımı hediye ettiğimi hatırlamıyorum.
-Hediye etmediniz zaten, ben kitabı kitapçıdan satın aldım.
Ulvi bey merakı giderilmiş bir adam rahatlığıyla karşılık verdi.
-Yaa, demek ki O sizdiniz hanımefendi.

ÖNCE İŞ CİDDİYETİ

Yakışıklı patron sekreterine sordu:
-Pazar akşamı meşgul müsünüz?
 Sekreter çapkın bir gülüşle yanıtladı:
-Hayır efendim.
-Birine sözünüz falan var mı?
-Yok efendim. Tamamen serbestim.
-İyi, o halde Pazartesi günü bir kez olsun işe vaktinde gelin.
***
İş adamı nişanlısına:
-Biliyorsun ben bir iş adamıyım. Her iş bağlantısından önce mutlaka bir numune görüp test etmem gerekir. O yüzden nişanlanmadan önce senden de bir numune görmek isterim.
-Numune veremem ama istediğin kadar referans gösterebilirim.
***
-Köşe yazarı yıllardır hiç izin almıyor ve her gün mutlaka yazısını yetiştiriyordu. Bu durumu çok merak eden arkadaşına nedenini şöyle açıkladı:
-İki nedeni var. Birinci neden ben bir ay yazı yazmazsam gazetenin tirajı düşebilir. İkinci ve daha önemli bir nedense tiraj düşmeyebilir.
***
Genç kız tecrübeli tezgâhtara sordu;
-Sizde saça takmak için görünmeyen filelerden var mı?
-Var hanımefendi.
-Görebilir miyim?
-Tabii ki göremezsiniz!

ACEMİ OYUNCULAR

Briç oynuyorlardı. Ortağı çok acemiydi. Hiçbir deklareyi doğru veremiyordu. Dolayısıyla ortağının elinde hangi kâğıtların olduğunu anlama imkânı yoktu. Derken ortağı tuvalete gitmek için izin isteyince derin bir oh çekti ve "Ohh be, bu gece nihayet birkaç dakikalığına da olsa elinde ne olduğunu bileceğim."
***
Sokakta çırılçıplak yürüyen Temel, üstünde yalnız donu olan Cemal'e seslendi:
-Senin en takdir ettiğim yönün bu. Kumardan ne zaman kalkman gerektiğini biliyorsun.
***
-Yahu neden artık Ahmet beyle tavla oynamıyorsunuz?
-Sen olsan, zar tutan, pul çalan, yanlış oynayan, her türlü hileyi yapan biriyle oynar mısın?
-Oynamam tabii.
-İşte Ahmet de benle oynamıyor.

'SANATÇI RUHLUYUZ'DUR

-Üstat, renkleri çok güzel kullanıyorsunuz. Elimde olsa bütün bu renkleri evime götürmek isterdim.
-Merak etmeyin küçük hanım zaten götüreceksiniz. Deminden beri paletimin üzerine oturuyorsunuz.
***
Genç şair Avrupa'da bütün ünlü şairlerin evlerinin kapısında mutlaka bir tabela var dedikten sonra merakla sordu:
-Ben ölünce kapıma ne yazacaklar acaba? "Çok basit" dedi arkadaşı "kiralık ev" elbette.
***
-Filminizi izledim.
-Son filmimi mi?
-Umarım öyledir.