Sevgili okuyucularım, bugün tam bir ay olmuş İngiltere'ye geleli. Torunuma kavuşalı yirmi gün. Türkiye'mden uzaklarda olsam da, teknoloji uzakları yakına getiriyor. Zaten, bence yaşam şartlarımız ne olursa olsun dışarıya giden her birimiz bir zaman sonra "ah vatanım" demeye başlıyoruz, galiba fıtratımızda var. Bugünkü yazımda sizinle İngiltere'nin Staffordshire eyaletini paylaşalım istedim. İngiltere'nin orta batı kısmında bir kontluk olarak geçiyor. Yüzölçümü 2713 kilometrekare. Nüfus 2008 verilerine göre 1.069.000.

Geçmişinde birçok maden ocağı varmış ama Margareth Teacher döneminde kapatılmış. Güney bölgesindeki demir madeni 19. yy sonlarında tamamı çıkartılıp bitirilmiş. Sonraları tarımın makineleşmesi neticesi, tüm düzlükler tarım arazileri olmuş. Güneyden kuzeye akan Trent nehri de geçtiği her bölgeye bereket ve güzellik katıyor. Hatta bazı kasabalarda mini marinalar yapılmış. İnanılmaz güzel bir ortaçağ kasabası. Eskiden kalma evler aynen muhafaza edilmiş. Bizim tabirimizle kutu kutu pense dediğimiz, sonradan yapılanlarda ayni görüntüye uygun inşa edilmiş, önde ve arkada bahçesi olan ikiz bitişik evler olarak. Kasaba merkezinde 7-8 katlı birkaç bina dışında hiç yüksek bina, gökdelen yok. Bu nedenle gökyüzü ile aranıza giren hiçbir şey yok, muhteşem aydınlık.
***
Burada GE'nin en büyük ve modern fabrikalarından biri mevcut. Beyin göçü neticesi özellikle ODTÜ'lüler olmak üzere epeyce de Türk var. Trafik tıkır tıkır işliyor. Öyle duble yollardan bahsetmiyorum, otoyollar dışında normal iki şeritli yollarda TIR'lar bile geçiyor trafik aksamıyor. Arabalar insanlara insanlar birbirlerine yol veriyor. Ne sıkıcı (!) halbuki bizler atlayıp koşturmakta, diğerimizin hakkını çiğnemekte, bağırıp dövüşmekte ustalaştık. Nehir kıyısında kahveler, insanlar yürüyüşte, birbirleriyle sohbet ediyorlar. Dışarıda bir kafede kahvemizi içerken oğlum takıldı, "Anne bak etrafa, bir masada beraberce oturup telefonlarının içine düşmüş tek masa biziz" dedi.
***
Ankara Antlaşması askıya alınmadan önce burada oldukça büyük bir Türk nüfusu oluşmuş. Aslında İngiltere belli oranda mülteci alıyor. Kendilerine göre karma bir toplum tarzı seçmişler, ancak kim ve ne olursa olsun, kendi düzenlerine ve şartlarına uymak koşuluyla. Sağlık eğitim ekonomi gibi konuların, politikalarının asla sıklıkla değişime uğramadığını adalet, eşitlik, hak konularının da herkes için eşit anlam ve uygulama taşıdığını uygulandığı ve yaşamın çocukların esenliği üzerine kurgulandığı, herkesin herkese hesap verdiği, saygı gösterdiği ama en önemlisi trafik kuralları ve diğer kuralların günlük, anlık herkes için eşit uygulandığı bir ülkeden Türkiye'ye bakmanın hiç bu kadar acı ve çaresiz hissettirmediğini görüyorsunuz. Sorunlarımızın çözümleri yanıbaşımızda, içimizde olduğu halde görmemek, duymamak, uygulamamak, bir inatla son gaz duvara doğru gitmek gibi bir tarz oluştu bizde. Buradan bakınca daha da üzücü. Buralarda bu dinginlik ve düzenden bakınca, mukayese yapınca, bu duygular insanı yakıyor kavuruyor. Demek istediğim un var, yağ var ama helva yapamıyoruz, taş çorbası içiyoruz!