Sevgili okuyucularım, geçen haftaki yazım "Depremin ders alınmayan gerçekleri" için o kadar çok ve farklı yorumlar aldım ki değerli arkadaşlarımdan, yazıma sığdıramadığım, çoğunlukla benim de araştırırken öğrendiğim bilgileri bu haftada paylaşıp bir bütünü tamamlamak istedim. Beni motive eden şu yorumla "Çok haklısınız, insanların çok çok okuyup araştırması, bilinçlenmesi gerekiyor, sizin yaptığınız gibi doğru yönlendirmelerle" diyerek bana el verdi sevgili Işılay İpek Arslan.  

*

Toplumsal hafızamızın pek güçlü olduğu söylenemez. Ateş de düştüğü yeri yakıyor.  İzmir'de geçirdiğimiz son büyük deprem , en çok İzmir'i ve İzmirlileri yaktı. Hafızalarımızda hala capcanlı. Dayanışmaya yaralarımızı sarmaya devam ediyoruz. Ama cevabını aradığım soru "Deprem kader mi?" Yanıtım "Evet". Deprem kuşağındaki Türkiye'de Ege bölgesi için yaşadığımız coğrafya için kader, ancak "depremden ölmek kader mi?" sorusunu sorduğumuzda Prof.Dr. İlyas Yılmazer'den edindiğim bilgiler ışığında cevabım "Hayır" oluyor. İyi de neden bu kadar can kaybı yaşıyoruz? Yazıma sığdırabildiğim bir kısmını geçen hafta yazmıştım.  

*

Bu hafta kaderimizin belirlendiği 1950 li yıllara gidelim. Şekillenen devletimiz içinde yeni kurulan Nafia bakanlığı içinde "karayolları genel müdürlüğü" nü kurmak için Amerikalı bir heyet gelir. Derler ki "Sizin için en iyisini biz biliriz! (Demiryollarını, denizyollarını, havayollarını unutun) sadece karayollarını yapacağız, çoğaltacağız ve ovalara indireceğiz. Onlar çok iyi bilirler ki bir milletin stratejik maddelerinin başında yiyecek ve içecek gelir. Ovalara inen karayollarıyla tarım arazileri yapıya, inşaata ve ranta teslim olur. En kötüsü de ovalardaki deprem gerçeği ile yüzleşildi. Kendilerinin yaptığı bu stratejik yatırıma örnek olarak Prof.Dr. Yılmazer 2002 de ABD ve yanında İngiltere'nin Basra kuşatmasını örnek veriyor. Düz ovada kurulu Basra'da giren çıkan iki yol ve iki ana su borusu vardı. Bunlar kesilince muhasaranın 20.nci gününde bebeleri aç ve susuz kalan analar, beyaz çamaşırlarını sallayarak teslim oluyor. Analar kendine aldırmaz ama hiçbiri bebeğinin ölümüne dayanamaz ve göz yummaz. Irak'ın bu günkü durumu kader mi sizce?

*

Prof.Dr. Yılmazer emperyalizmin "Deprem öldürmez, bina öldürür" sözünün de yalan olduğunu şöyle açıklıyor. "O zaman üç bin yıldır, İstanbul'da İstiklal caddesi, Şişli onca depreme rağmen bir şey olmuyor, çünkü kaya. Kız kulesinin altı kireçtaşı 2500 yıldır ayakta. Biz kayıplarımızı ovada yaptıklarımızdan veriyoruz". Depreme en çok maruz kalan ülke Japonya. Ama Japonya'nın %99 u kayadır, yıkılanlar ovadakilerdir diyor. Ben eşimle 4 yıl önce Kobe'ye gitmiştim, kongrenin açılışında 1995 Kobe depremi ile ilgili bir film gösterdiler. İzlemesi çok acı ama, kendi gözlerimle de gördüğüm, gezdiğim yerler,  yok olan liman ve kıyı idi. Ancak onlar derslerini almışlar, bugün teknoloji satmak için kullanıyorlar. Biz bildiğimiz söylediğimiz halde onlara boğaz köprüsünün kontrol projesi için Japonlara çuvalla para verdik. Ama çok şükür boğaz köprülerinin ayakları kayada diyor, hoca.  

*

Prof. Yılmazer'in çözüm önerisi de var. Diyor ki "Biz bütün haritaları çıkarttık. Devlet desin ki; Ovaları kullandırmıyorum, deprem ve taşkın olasılığı için. Sizlere zaten çoğu hazine arazisi olan yamaç ve yüksekteki arazileri ve ovadaki mülkiyetinizin iki katını veriyorum, geçmişte hata yaptım ...". Zaten uluslararası kodlarda Euro7 ye bağlıyız,  inşaat normlarında ama çoğunlukla uygulanmıyor. Yukarıda anlatılanların tümüne bakıp yeniden soruyorum: "Kader mi bu?"

Bu arada, başta büyük önder, Başöğretmenimiz, Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere bu ülkenin makus talihini ve kaderini değiştiren tüm öğretmenlerimiz ve eğitimcilerimizin 24 Kasım öğretmeler gününü de kutluyorum.