Ezine çayı seli nasıl afete dönüştü? Son sel faciasında taşkın ovası yatak genişliği 400 metre iken daraltılmış güncel yatak genişliği 15 metre olduğunda su tırmanma yüksekliği yedi ile 10 metre arasında olmaktadır sonuç ise facia olur. Yani anlayacağınız suçu boş boşuna metre kareye düşen 300-400 cm yağışa bağlayamayız. Tarihte görülmemiş yağış gibi bahaneler atmayalım. Suçlu doğrudan dere yatağını 400 metreden 15 metre daraltan ve dere yatağına imar ve yapılaşmaya açan insan oğlunun ta kendisi. Bu açıklamayı Kastamonu Bozkurt’un yaşadığı afet için yazan bilim adamı yapıyor. Ayrıca kaymakamın kaldırtmak istediği kaçak tomruk deposu, yukarıda yer alan HES tahliye kapaklarını baraj patlamasın diye sonuna kadar açarsan sonuç; videolarda göründüğü gibi, adeta karada tsunami.

Hepimiz cep telefonlarımıza gelen çeşitli görüntüleri, haberleri izliyoruz, dehşetle. Dehşet doğal duygumuz gibi oldu. Doğal olmadığını için de normal yaşamak da zorluk çeker olduk da nereye kadar. Aslında bu konuda bilim adamlarını, kanunları, kuralları, etik değerleri dümdüz eden bizler değil miyiz?  

*

Bence yakın zamanı suçlamak yerine son 50 yılı hatta son 70 yılı gözden geçirelim. Aslında suçlamak yerine ben ne yaptım diyebilmek önemli. Aslında makus talihimiz bizim meclisimiz yerine, 12 Mart 1947’de ABD’ye komünizm ile silahlı mücadele veren ve komünist devletlerin baskısı altında bulunan ülkelere mali ve askeri yardım yapılması, kılıfı giydirilerek kongrede alınan bir kararla başladı. 22 Mayıs’ta bu yardımı kabul eden Marshall yardımları ile Türkiye’ye 100 milyon, Yunanistan’a ise 300 milyon dolar yardım yapıldı. Karşılığında istenen koşulları yerine getirmesi ile yardımın koşulları 1. Köy enstitülerinin kapatılması 2. Demir yolu yerine asfalt yol yapılması 3. Toprak reformu yasasının geri çekilmesi 4. Beş yıllık kalkınma planlarından vazgeçilmesi. 1947 ve 1948 yıllarında çıkarılan 5012 ve 5210 sayılı kanunlar ile köylü vatandaşların okul yapma yükümlülükleri kaldırıldı. Yönetmelik değiştirilerek öğrencilerin okul yönetimine etkin olarak katılımı kaldırıldı. Bir genelge ile kız ve erkek öğrencilerin birbirlerinden ayrıldı. Diğer bir genelge ile dünya klasiklerinden yapılmış çeviriler toplattırılarak yakıldı. 1948 yılında Enstitülerden iş eğitimi kaldırılarak klasik okullara dönüştürüldü. 1954 yılında köy enstitüleri öğretmen okullarına dönüştürülerek kapatıldı. Eğitim sistemi çökertilirken, Uçak yapan bir ülke iken uçak fabrikaları yok edilip uçak ithal eden hale getirildik.

*

Komünizm korkusu salınarak, eğitim sistemi yozlaştırıldı, ülke etik değerlerden uzaklaştırıldı. Ekonomik değerlerimiz, üretkenliğimize ket vuruldu. Margarin satmak için zeytin ve zeytinyağı kötülendi. Vaktiyle bir Cumhurbaşkanının söylediği “Benim memurum işini bilir” deyişiyle rüşvet sıradanlaştırıldı. Halk üretimden değil, ranttan para kazanmaya teşvik edildi.  

Uzun lafın kısası, işte bunların neticeleri, bugün önümüze kondu. Ödenen bedeller, ödenecek bedeller. Bilimi, doğayı hiçe sayıp dere yatağına inşaat izni veren, fay hattına yakın santral kuran zihniyet böyle oluştu. Düşünün istedim. Yanlış anlamayın, asla umudumu kaybetmiş değilim. Hele depremde, yangında, selde bu kara günlerde; çok yakından takip ettiğim “Z “kuşağının her kesiminden çıkışlar umut veriyor. Kalanımızın geçmişten ders alması yetmez, görünür olması, katılımcı olması gönüllü olması. Siz anladınız ne demek istediğimi.