İnsanlık, temelinde milletler belirli dayanışmaların ürünüdürler.
Tabii bunu aileye dek indirmek gerek çünkü dayanışmanın asıl çekirdeği ailedir.
Bizim konumuz bugünlerde gerçekten çok geniş anlamda gereksinimimiz olan toplumsal dayanışma, yani ülke çapında olan dayanışmamızdır.
Ulusu bir araya getiren de bu değil midir?

Yaşadığımız o korkunç deprem sonrası, kaldı ki ‘Asrın felaketi’ diye hemen hemen tüm dünya adeta sözbirliği yaptı ama ülkemizde bir kısım insanlar muhalif olma adına bu felaketi bu şekilde tanımlamaktan kaçındılar, adeta küçümsediler. Daha sonra tam da bu ülke düşmanlarının istediği gibi, adeta devleti suçlama yarışına girdiler.
Devleti diyorum, bazı kafalar hala devlet ve hükümet kavramlarının farkını anlamadıkları için. Akıllarınca ‘devlet yok’ diyerek iktidarı suçlamaya çabaladılar.
Bu ülke düşmanlarının devleti küçük düşürerek ne amaçladıkları belli de, içeridekilerin amaçları ne olabilir?
Devletimizi küçümsemek, aciz göstermek yıkıma giden yolu açmak için önemlidir de, yıkılacak bu devletten içeridekiler ne bekler?
Elbette eleştirilecek çok şey vardır ama bugün sorunumuz eleştirmek değil yükü bir taraftan omuzlamaktır. Verdiğimiz her omuz depremi yaşamış vatandaşlar için umut olacaktır ama görünen o ki bazı kişiler vatandaşa umut vermeyi değil umutsuzluk pompalamayı yeğliyorlar.
Oysa atalarımız ne güzel söylemişler: “Bir mum diğerine ışık vermekle değerinden bir şey kaybetmez”.

Amaç omuz vermek değil devleti yıkmak adına millete öfke tohumları saçmak olunca ne atasözlerinin ne de kadim geleneklerimizden olan toplumsal dayanışmanın değeri kalıyor. Bırakın birbirimize destekle ışığımızı yükseltmeyi, köstekleyerek zayıflatıp düşmana koz vermekten başka iş yapmıyorlar.

Yaşamak için, zorlukları yenip ilerlemek için hepimizin birbirimize sonsuz gereksinimi var. Tıpkı dünyanın tüm ülkelerinin birbirlerine ihtiyaçları olduğu gibi. ( Ukrayna’nın tahılına, Rusya’nın petrolüne, Irak’ın ülkemizden doğup  giden Fırat, Dicle’ye ihtiyacı olduğu gibi).

‘Devlet yok’, ya da ‘devlete güvenmiyoruz’ dedikoduları iyiden iyiye bir toplumsal ayrışmayı getirdi. Bunun son örneğini de Televizyonlardan yapılan yardım kampanyasında gördük. ‘Türkiye Tek Yürek’ kampanyasına birileri önce şiddetle karşı çıktı. Daha sonra birçok radyo ve Tv den naklen yapılan bu yayına ellerinde tuttukları görsel - işitsel medya kanallarının katılmasını istemediler. Her şeye rağmen başarılı bir kampanya sonrası 115 Milyar TL para toplandı ve yaklaşık on milyon SMS ile vatandaşlarımız Türkiye Tek Yürek kampanyasına katıldılar. 
Tabii ki bu kadarla kalmadılar.
Kamuya ait bazı kurumların Tek Yürek kampanyasına katılımından rahatsız oldular. Utanmadan ‘bizim paramızı kime veriyorsunuz’ dediler. O kurumların kendi bütçeleri olan Özerk kurumlar olduğunu göz ardı ettiler.
Amaç eleştirmek olunca bu söylemlerinin nereye dek gideceğini, depremzede yurttaşları incitebileceğini düşünmediler. Elbet kamuya ait ne güç varsa kullanılacaktı kardeşlerimiz için.
Bu rezilliğe en son whatsApp üzerinden gelen bir mesaj tuz biber ekti.
Halk Tv de hazırlanan yeni bir kampanyadan bahsediyordu. 
Ne Halk Tv nin ne de başka bir kurum veya STK’nın Yardım Kampanyasına karşı değilim. Nitekim onca eleştirilerine rağmen Sayın Akşener ve Kılıçdaroğlu da Türkiye tek Yürek kampanyasına katıldılar. 
Ama Halk Tv kampanya katılım duyurusu beni adeta dondurdu, soğuk duş etkisi yarattı.
Şöyle yazıyordu çağrıda. 
“22 Şubat Çarşamba günü saat 20’de HALK TV’de İsmail Küçükkaya’nın sunacağı ve onlarca aydın, sanatçı, gazetecinin katılacağı dayanışma yayınını büyütmek, halkın dayanışma yayını haline getirmek üzere gönüllüler olarak seferber olduk. Bir süredir bu yayın için çalışıyoruz. Yaralarımızı hep beraber sarmak için, bir nebze katkımız olsun; yangını söndüremeyeceğini bilse de tarafını seçen karınca olalım istedik. Halkın dayanışmasını canlandırmak için seferber oluyoruz, sizi de bekliyoruz.”
“Tarafını seçen karınca..”
Bir yardım kampanyasını böylesine ayırımcılığa dönüştürmek bana pes dedirtti.
Kelimeler dondu.
Yere batsın sizin yardımınız.