Son dönemde hukuk adına yapılan uygulamalara bakılınca, hukukun sanki bir amaç olduğu sonucuna varılabilir. Hukuk devleti ve hukuk bir amaç olabilir mi? Evet, hükümetlerin ve devletlerin amaçları arasında hukuk devletini tam olarak tesis etmek, hukuk kurallarının sağlıklı bir şekilde çalışacağı mekanizmaları kurmak bulunabilir. Bulunmalıdır da... Ama bütün bunları oluşturmada hedeflenen asıl amaç, adaleti sağlamaktır. Çünkü hukuk sisteminin amacı, ideali "ADALET"tir. İstediğiniz hukuk sistemini kurunuz, o sistemin mekanizmaları çalıştığı zaman üreteceği ürün "ADALET" değilse, sistemin şatafatının hiçbir önemi kalmaz.

İnsanlar toplu halde yaşamaya başladıklarından itibaren, kendilerine iyilik yapanları ve yararlı olanları ödüllendirme, kötülük yapanları ve zarar verenleri ise cezalandırma eğiliminde olmuşlardır. Bu eğilimin sonucu olarak adalet kavramı oluşmuştur. Konulan hukuk kuralları ise, oluşan bu adalet düşüncesini sağlamak amacına yönelmiştir.

Ancak, hukuk kuralları ile birlikte toplumu düzenleyen, ahlak kuralları ve din kuralları gibi kurallar ve yapılan yanlış uygulamalar, insanın özgürlük alanını sürekli kısıtlamıştır. Bu tür kuralların nihai amacının adalet olması gereği saptırılarak, sanki kuralların bizatihi amaçmış gibi uygulanması, bireyi egemen güçler karşısında daima köşeye sıkıştırmış ve özgürlük alanlarını daraltmıştır. Uygarlık tarihi de bireyin bu sistemler karşısındaki özgürlük alanlarını genişletme çabası ile geçmiştir.

İnsanlığın başlangıcından beri birçok düşünür ve siyaset adamı bu yolda mücadele vermiştir. Bunlardan kimileri hayatını, kimileri ekonomisini, kimileri özgürlüğünü kaybetme pahasına bu mücadeleleri sürürmüş ve insanların özgürlük alanlarının genişlemesine katkıda bulunmuştur.

Bu büyük mücadelelerin sonunda insan hak ve özgürlükleri soyut kavramlar olmaktan çıkmış, somut mevzuat olarak Anayasalar'a girmiş ve Anayasal güvence altına alınmıştır.

Peki, 21. yüzyılda geldiğimiz noktaya baktığımızda gördüğümüz manzara nedir?

Görünen manzara odur ki, 21. yüzyıl Türkiye'sinde hukuk, adaletin bir aracı olmaktan çıkmış ve sanki oluşturulan yazılı kuralların gerçekleşmesi nihai bir amaç gibi uygulanmaya başlamıştır. Bu yanlış algılama sonucu olarak bugün, halkımızın çok büyük kesimi son model cep telefonlarına sahip olsa bile, o telefonlarla diledikleri gibi konuşma özgürlüğüne sahip değildir. Bir imzasız şikayet dilekçesi ile teknik takibe alınıp aylarca tüm özel hayatı izlene bilinmektedir.

Üç kişi bir araya geldi mi kolaylıkla "ÖRGÜT OLUŞTURMA" suçlamasıyla karşılaşılabilmektedir. Bu durumda da özel yetkili savcı ve özel yetkili muhakemeler kanalı ile soruşturma ve kovuşturma yapılacağından, yaşamınızın bir anda altüst olması işten bile değildir.

Önceki Genel Kurmay Başkanı'nın bu tür bir suçlamayla tutuklandığını, Büyükşehir Belediye Başkanı'nın bu tür suçlamayla 300 yıllık ceza ile yargılandığını, bunları eleştirdi diye Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı hakkında fezleke düzenlendiğini gören sıradan insanlar, korkup kabuğuna çekilmekten başka bir şey yapamazlar.

AKP'nin en espritüel ismi olan Hüseyin Çelik, geçenlerde "Bunlar Kuzey Koreli gibi. Onlar ölen başkanları Kim için zorla ağlıyorlardı, CHP'liler de Genel Başkanları için ağlıyorlar" diye alaycı bir üslupla CHP'lileri eleştirmişti. Sayın Çelik'e şunu hatırlatmak isterim: Baskı rejimlerinde trajikomik durumlar her zaman ölen devlet başkanının arkasından zorla ağlatılmak şeklinde tezahür etmez. Bazen de gördüğünüz yanlışlara rağmen ses çıkaramamak, hatta alkışlamak zorunda bırakılmak şeklinde de olabilir.