Yazıp yazmama, paylaşma konusunda uzun sayılabilecek bir süre düşündüm.

Hatta konuyu 24 saat geriye attım…
Ama adeta elime ve beynime yapıştı…
Düşünüyor ve şaşırıyorum;
Tanıklara rağmen bir insan 27 yıl her şeyden yoksun bırakılabilir mi?
Bir yere, yani hapishaneye tıkılır mı?
Özellikle herkese sözde ‘demokrasi dersi!’ veren bir ülkede yani Amerika Birleşik Devletlerinde olur mu?
Valentino Dixon isimli siyahiyi haksız yere hapse göndereceksin sonra da ‘Affedersin yanlışlık olmuş!’ deyip bırakacaksın…
27 yıl yeni dolmada, 2018’de yani dört yıl önce doldu ama gündeme yeni geldi…
Bir gazeteci sayesinde, her zaman olduğu gibi…
Siyah tenli Dixon, yaşadıklarını anlatırken önce güzelliklerden şöyle söz ediyor:
‘Hapishanedeyken bana birçok lakap takılmıştı.
Mahkumların çoğu bana ‘Hapishane Picassosu’ derdi.
Bütün gün çizim yaptığımı görürlerdi.
Her gün hiç aksatmadan günde on saate kadar çiziyordum ve bir gün bile aksatmadım.’

*

Bu anlattıkları gerçek…
Ama asıl yaşamın gerçeğine, acı yönüne gidelim, yine Dixon sayesinde:
‘Yirmi bir yaşında tutuklandım.
New York eyaletinin Buffalo kentinde popüler bir restorandaydım ve silahlı bir saldırı oldu.
Çıkıp arabama koştum ve kısa bir süre sonra tutuklandım, gözaltına alındım ve sorgulandım.
Üç kişiyi vurmakla suçlanıyordum.
Birkaç gün içinde sekiz kişi beni aklamak için tanıklık etti.
Bu arada sorumlu kişi de suçunu itiraf etti.
Ancak tüm bu tanıklar ve itiraflar dikkate alınmadı.
Suçlu bulundum ve 39 yıl ila müebbet arasında bir cezaya çarptırıldım. Kendimi Attica Cezaevi’nde buldum.
Ne yapacağımı bilmiyordum.
Kendime şunları sordum:
‘Buradan nasıl kurtulacaksın? Sana kim yardım edecek? Masum olduğuna kim inanacak?’
Sayısız mektup yazdım, yüzlerce mektup yazdım ve hiç biri dikkate alınmadı.
Bir seçim yapmak, bilinçli bir karar vermek zorundaydım, yaşamak mı, ölmek mi istiyordum.
Esaretn Bedeli filmini izlediğimde, ana karakter hükümlü ve suçsuzdu ve iki seçeneği vardı:
‘Ya yaşamaya çalışmak ya da ölmeyi başarmak.’
Sözler ruhumda yankı buldu.
Amcam bana, ‘Belki de yeniden çizmeye başlamalısın, çünkü yeteneğini geri kazanabilirsen, hayatını geri alabilirsin’ dedi.
Bana renkli kalemler ve kağıtlar yolladı. Ondan sonra da çizmeye başladım.’

*

Okuyan için kolay değil mi?
Bir de kendinizi onun yerine koyun bakalım!
Her şey sizin lehinize ama otorite bunu kabul etmiyor, ‘Benim dediğim olur!’ diyor tam 27 yıl…
Bu büyük, çok büyük haksızlık değil mi?
Biz ayağımıza basılmadıkça ses çıkarmayan, görmeyen, duymayan, hissetmeyenlerdeniz…
Dixon kendisi gibi olanların bulunduğunu iddia ediyor ve bu yüzden şimdi ‘Özgürlük Sanatı’ adında bir vakıf kurdu.
Amaca Amerika’daki haksız mahkumiyetlere karşı savaşmak!
Yasaların çok sert olduğunu ve bu yüzden mahkumiyetlerin de çok olduğunun bilincinde.
İncelediğinizde görüyorsunuz;
Bu yasalar, olağandışı suçlara karşı yazılmış…
Fakat belirttiğim gibi iyi incelendiğinde, ağır cezalar ABD Anayasası’nın Sekizinci Ek Maddesi’ni de ihlal ediyor.

*

Gazeteci ile söyleşisindeki bir noktayı paylaşmak istiyorum.
Bana tuhaf geldi.
Bakalım siz ne düşüneceksiniz?
‘Tüm zamanların en büyük golfçüsü Jack Nicklaus, benimle tanıştığında, uysal tabiatımdan dolayı ona Nelson Mandela'yı hatırlattığımı söyledi. Çünkü, sert ve kızgın değilim.
Hayatta hepimiz bir şeylerle sınavdan geçeceğiz ve sınavın ne olduğuna biz karar vermiyoruz!’
27 yıl hiç yoktan, tüm çırpınmalarına, tanıklarına rağmen dikkate alınmayan birinin ‘Sert ve kızgın değilim’ demesi ne kadar normal olabilir.
Baksana biri Eczaneye giriyor ve ‘Adresi nasıl yanlış verirsiniz?’ diyerek camı çerçeveyi indiriyor.
Bir başkası ‘Yan baktın!’ diyerek silaha sarılıyor…
Biri, bir genç kızı yakıyor, hızını alamıyor, doğruyor, boğuyor, bidona koyuyor, üzerine beton döküyor…’
Ama hapiste 27 yıl tutulan bir genç ‘önemli değil’ gibi konuşuyor…
Acaba neden?