Hafta sonunda, Bodrum Belediyesi Kültür Müdürlüğünden Cezmi Çoban’dan bir mektup aldım…

Cezmi Çoban mektubunda özetle şöyle diyordu:
‘Zeki Müren'in, 25. ölüm yıldönümü anısına bir kitap hazırlıyoruz.
Sizin, ‘Zeki Müren Olmasaydı’ yazınızı okuduk.
Zeki Müren'in yakın arkadaşı olduğunu belirtmişsiniz.
Zeki Müren'e dair anılarınızı yazıp gönderme şansınız var mı?
Kitapta, ‘Anılardaki Zeki Müren’ adlı bir bölüm olacak
Bu anılarınızı, kitapta yer vermek isteriz…’
Mutluluktan ne diyeceğimi, ne yapacağımı şaşırdım…
Beklemeksizin, düşünmeden ‘Tabii seve seve!’ diyerek geri dönüş yaptım…
Ama inanın ‘Zeki Müren Olmasaydı’ başlıklı yazımı anımsamadım…
50 yılı aşkın yazılarımı okuyanlar ile tanıdıklar bilir..
İki büyük kusurum vardır;
Birincisi yazdığımı okumam…
Bu yüzden başta patronum ve büyüğüm Aydın Bilgin’den hep uyarı ve düzeltme aldım…
Kendisi gibi birkaç okuyucum da var…
Onlardan biri de usta yazar Atilla Köprülüoğlu ile Ünal Tümin’i söyleyebilirim.
Hatta şöyle yakın zamana gittiğimde 26 Mart 2021’de ‘Zeki Müren’e ‘Paşa’ İsmini Ben Taktım!’ başlıklı yazımda kendilerinden söz ettiğimi fark ettim.
Şu anda gözümün önüne şu geldi:
İzmir’de kaybettiğimizden sonra defnedilmek üzere İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin cenaze aracında ben vardım…
Bursalı işadamının gönderdiği özel uçağa tabutunu yerleştiren birkaç kişiden biri de yine bendim…
Sanat Güneşimizin şu sözünü yakınında olanlar bilir:
‘Milyonların içinde ben yalnızım!’
Evet, ‘Benim hayatımda iki gerçek dostum oldu, biri sensin…’ deyişi boşuna değilmiş…
Pilotlar bana ‘Sen de geliyor musun?’ dediklerinde gözyaşlarımı göstermemeye çalışırken, ‘Yok!’ demiştim…
Çünkü benim o ana kadar Zeki Müren’le bir olduğumu bilen yoktu…
Onu sonsuzluğa yalnız başıma İzmir’den uğurladığımı da…
İftiharla hep söylerim:
‘Zeki Müren benim aile dostumdur!’ diye…
Zaten ondan sonra, yakın zamanda bir kere Bodrum’u gittim…
Yanımda Beşiktaş ve Göztepe’nin efsane milli futbolcusu Nihat Yayöz ile sevgili eşi İlknur Yayöz vardı.
Mehmetçik Vakfı’nın okuttuğu mevlide yetişmek istedik, olmadı…
Lokmasını yiyip duamızı okuduk, müze haline getirilen, kızım Dr. Sinem’in çocukluğunun geçtiği odaları dolaştım, yine o günleri anımsadım.
Orada, ‘Beni de tanıştırır mısın?’ diye benimle birlikte ziyarete gelen önemli isimlerle geçirdiğimiz misafirlikleri de düşündüm…
Hayatının kitabını bana yazdırmak istediğini söylemişti.
Adını da ‘Boş Beşik!’ olarak koymuştu…
Nasip olmadı…
Ruhu şad olsun…