İyice yaşlandık herhalde, son zamanlarda, günümüzle olduğu kadar eski zamanlarla daha fazla ilgilenmeye başladım. Şimdi size tarihi bir olaydan söz edeceğim:

‘Yem borusu’ndan…
Hannibal’i tarih kitaplarından biliyoruz…
Alp dağlarını aşarak Roma’ya kadar giden Kartacalı komutanı…
İşte o komutan son Roma yenilgisinden sonra kaçtı ve Anadolu’ya geldi…
İzmit’te Bitinya ismindeki bir krallığa hizmete başlar…
Bitinya Krallığına hizmet ederken, aşağıya, şu anda Bizim Bursa ilimizin bulunduğu yere iniyor, bir bakıyor ki, müthiş bir ova… Denizi var falan…
Diyor ki, ‘Buraya bir şehir kur!’
Kralın adı da Pirusa!
İşte tarihçilere göre Bursa’nın adı da buradan gelmekte…
Neyse ben öğrendiklerime devam edeyim:
Esas konu şu:
Hannibal, Marmara’da öyle güçlü bir ordu kuruyor ki, atlarını da savaş alanına çıkartmak için gemilerle götürüyor.
İtalya’ya gidecek, Romalılarla savaşacak intikamını ya da rövanşını alacak vs. vs.
Atlar da, Mustabey’in (İnce) Bornova’daki çiftliğindeki gibi Katana cinsi herhalde ki, birer ton ağırlığında…
Gemilerde müthiş bir disiplin var…
Askerler de borularla (yemek borusu) ile yemek yiyor, atlar da…(Atlar yem borusu ile…’
Deniz çok çalkantılı olduğu bazı seferler uzun sürünce atların yemi bitiyor..
Bir zamanlar Bornovalı Başkomiser Eray Karacalar’ın da bulunduğu ‘süvari polislerin’ gösterilerde bindikleri örnek atlar gibi, tepinmeye başlıyorlar.
Açlıktan huysuzlaşan atlar gemiyi batıracak duruma geliyorlar.
Hannibal, hemen komuta güvertesine çıkıyor ve ‘Derhal Yem Borusu çalın!’ talimatını veriyor…
‘Efendim yemimiz kalmadı!’ yanıtını almasına rağmen, emri tekrarlıyor…
Yem borusu çalınca atlar sakinleşiyor,
Aradan yarım saat geçince atlar yine huysuzlaşıyor…
Bu yem borusunun çalınma süresi kısaldıkça kısalıyor, iki dakikaya kadar iniyor…
Ve sonuçta sağ salim, gemi batmadan kıyıya ulaşılıyor…
Ama…
Evet, enteresandır!
Daha sonra bu Osmanlı donanmasında da oldu!
Özellikle İnebahtı Deniz savaşından önce atlarımızla giderken, atlar huysuzlanmış…

Hannibal’dan kaç yüzyıl sonra bizim Leventler de, boru çalarak atları sakinleştirirler…
Yani tarihi iyi bilen, okuyan, hataları, eksikleri kapatmayı bilir…
Bu yazıyı ya da anlattıklarını kendinize göre şartlara göre yorumlayabilirsiniz…
Gazeteci Enver Kaya bu arada zamanımızdaki ‘Yem borularından’ söz etti ve ‘Sakın biz de bunlara inanmayalım!’ dedi…
Ben zamanımızdaki yem borularını pek anlamadım…
Ama şu ipucunu verdi:
‘Bak bakalım, bize seçimlerden önce ya da sıkıntılı dönemlerde ne gibi buluşlar ‘müjde’ olarak pompalanıyor…’
‘Pompa’ denilince aklıma akaryakıt zamları geliyor…
Ama ‘müjde’ sözcükleri kime ve kimin için?
Hepimiz için mutluluk ne olabilir?
Bunlar da hep ayrı konular..
Petrol bulmak, doğalgaz bulmak, madenlerimizden söz etmek, denizlerimizden de…
Hepsi güzel şeyler….
Umarım güzellikleri de paylaşırız…
Ama tarihin sayfalarına da arada göz atarsak fena olmaz, karşılaştırmalar için…
Fuzuli ‘Şikâyetnamesinde’ ne demişti?
‘Selam verdim, rüşvet değildir, diye almadılar!
Hüküm gösterdim, faydasızdır diye iltifat etmediler!’
Fuzuli, ‘Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar’ diye başlayan Şikayet-nâme'sinde çağının yolsuzluklarını, ahlaka, İslam dininin özüne aykırı davranışları sergilenirken, Türkçe Divan'ında da ‘zalimin zulm ile akçe toplayıp yardım edermiş gibi başkalarına dağıttığını, oysa cennete rüşvetle girilmeyeceği’ anlamındaki mısralara yer vermişti.
Aradan 600 yıla yakın bir zaman geçti.
Neredeeeeen nereye geldik?