Son günlerde medya bir ‘Hanımağa’dan söz ediyor…

Ben de merak ettim, ‘Bu bizim Hanımağa mı?’ dedim…
Ama gündemde olan bir çete reisi…
Bizim Hanımağa hayırsever ve yardımseverliği ile biliniyor.
Üç dört gün önce Beşiktaş’ın bayan voleybol takımının as sporcularından Aynur Can ile “Hanımağa’yı” konuşmuştuk…
Bizim Hanımağa’nın eli bol…
Ağanın eli tutulmaz denir ya, o Bodrum’dan İzmir’e gelirken ya da İstanbul’a, Ankara’ya giderken yanında Reis gibi bir ekstra valiz götürür…
İçinde de, ‘Kitaplar, romanlar ve yapbozlar’ var.
Mutlaka masasında birçok misafiri vardır..
Tüm hesaplar da ondan…
Yıllar sonrasında karşılaştığımızda ‘Bir dakika’ demiş, bir kitapçıya girip, bir yazarımızın eserini alıp armağan etmişti…
Ama ya diğer ‘Hanımağa’ kim?
Polislikten atılma bir kadın…
Söylediğine göre, küçüklüğünden bu yana etrafında hep erkekler varmış…
Ve de onları yönetmeyi, kullanmayı iyi biliyormuş…
Yine söylediğine göre; silahlara hükmetmeyi de çok iyi biliyor, attığını vuruyor…
Karavanası yokmuş…
Herkes silahtan korkar..
Çoğunluk ‘Şeytan doldurur!’ diyerek eline almak bile istemez…
Ama medyatik ‘Hanımağa’ lakaplı Çete Reisi Güniz Akkuş bir süre önce cezaevinden çıktı…
Polislikten atıldıktan sonra eğlence mekânlarını haraca bağladığı ve Reina’yı basarak, havaya ateş edip, sahibi Mehmet Koçarslan’ı tehdit ettiği iddiasıyla 16 Haziran 2006 tarihinde tutuklandı.
Akkuş hakkında yağma, tehdit, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, ölüme sebebiyet verecek şekilde kasten yaralamak suçlarından 98 yıl hapis cezası istendi.
Aynı davada tutuklu dört kişiyle birlikte 14 Nisan’da tahliye edildi.
Ancak, cezaevinden çıkamadı.
Çünkü, sahte kimlik kullanmak suçundan bir davası daha vardı. İki ay daha cezaevinde kaldı. 14 Haziran’da tahliye oldu.
Gazetecilerin ‘Evlenecek misin?’ sorusuna ise şöyle yanıt veriyor bu ikinci Hanımağa, ‘Benden daha erkek birine rastlamadım!’
Söylenene göre, çevresinde sözünü dinleyen 30 erkek var…
Şimdi hedefini ticarete atılmak ve bir işyeri açmak olarak açıklıyor Güniz Akkuş…
Kendisiyle söyleşi yapan polis muhabirine anlattıklarından dikkatimi çeken bir paragrafı vereyim:
‘,…Allem etti, kalem etti, babasına gerçek bir motor aldırdı.
Rüzgârın kızı, yeni motorunun tepesinde İstanbul’u turlamaya başladı. Sürekli Yunuslar'ı görüyordu.
Bayılıyordu onlara.
Silahları vardı, kıyafetleri çok havalıydı.
Karar verdi, polis olacaktı.
Emindi; ondan çok iyi polis olurdu.
Sınav günü geldi çattı.
Ailesi istemiyordu. Güniz deli doluydu, başına iş alabilirdi.
Sınava girdi.
Telefonu çaldı. Emniyet Müdürlüğü’nden arıyorlardı. Tebrik ettiler, Güniz sınavı birincilikle kazanmıştı. Okulu bitti, Yunuslar’a başvurdu.
Amiri Güniz’i gördü, “Hemen gel buraya,” dedi. Fark edilmişti: “Yunuslar’a özel seçilirsiniz.
Yabancı dil bileceksiniz. Arabesk mi dinliyorsunuz, alınmazsınız oraya. Kızlar güzel olacak, erkekler yakışıklı.
Yani kazanmam için her şey tamamdı.” Güniz, güzel olduğunu biliyordu. Şimdi başarılıydı da, hayaline kavuşmuş, polis olmuştu…
Sonra ne amirleri dinledi, ne de uyarıları…
Gece kulüplerini bastı, havaya ateş etti…
Bir iki kez sıçradı, sonra da meslekten atıldı ve kendisini meslektaşları suçüstü yakaladılar…
İşte iki ‘Hanmağa’ arasındaki fark bu kadar;
Biri iyilik meleği, diğeri cehennem kaçkını…
Birinin hayatında kitaplar, hayırlar var…
Diğerinde ise silah ve hız…
Bu arada hatırlatayım:
Bir zamanlar ünlü bir söz vardı;
‘Hızlı yaşa genç öl!’ diye…
Umarım Güniz de doğru yolu bulur…
Yoksa kendim ettim, kendim buldum...