Spor muhabirliğine başladığımız yıllarda, neredeyse her hafta mutlaka bir kentimize maçlara gidiyorduk…
Aynı zamanda ‘foto muhabirliği’ de yaptığım için öncelikle tercih edilenler arasındaydım.
1960 ve 1970’li yıllarda sokak fotoğrafçıları da Süha Aknur ya da Hüseyin Baradan gibi bir fotoğraf ustasının yanına ‘çırak’ olarak giren ve kendini yetiştirenler arasından da ‘foto muhabirleri’ çıkıyordu…
İsimlerini burada vermeyeyim, çünkü aralarından çok ünlüler çıktı.
Biliyorsunuz, hiç kimse ya da büyük çoğunluk kolay kolay çıktığı kabuğu beğenmez…
Ama ‘çekirdekten’ diyenler de vardır, gocunmadan…
Gayet iyi anımsıyorum;
İnşaat işçisi İbrahim Tatlıses ‘Ayağımda kundura’ ardından ‘Mavi mavi masmavi’ isimli şarkıları ile meşhur olduktan, edildikten bir süre sonra İngiltere’de BBC’nin Türkçe yayınlarının konuğu olmuştu.
O söyleşiyi dinlemiştim.
Bir ara söz döndü dolaştı, eğitime geldi…
Şimdi İzmir’e yerleşen ve hayatı çalkantılı, bir noktada inişli çıkışlı olan İbrahim Tatlıses soruya şöyle yanıt vermişti:
‘Urfa’da Oxford vardı da ben mi gitmedim!’
Madem söz bir şarkıcının radyo röportajından çıktı, birçok kişinin anımsayacağı bir spor söyleşisinden söz edeyim…
Bir taşla iki kuş vururuz…
Çünkü anlatacağım hikâye Beşiktaş’ın şampiyonluk maçına gidiyor…
Anlatan hepimizin sevdiği Müjdat Gezen olunca söyleşi daha keyifli bir hale geliyor…
Tabii ki biraz da espri katılmış ama gerçekle birleştirilmiş bir hikâye!

DÜŞÜNMEME GEREK KALMADI

İzmirli gerçek, yüksek lisanslı usta foto muhabirlerinden Mehmet Özdoğru ya da Menemen’de amatörlerin maçında çektiği fotoğraf ile ‘dünya birincisi’ olan ‘Foto Muhabiri’ sıfatı yanında ‘Makine Mühendisi’ unvanı da olan Mehmet Ali Okumuş ikilisinden birinden duymuş olmalıyım…
Prof. DR. Erkan Sevinç, ‘Yazın nerede?’ diye sorunca ‘Ha şimdi bu bana ilaç gibi geldi!’ dedim…
Anlatayım:

KAHKAHA TUFANI 

Siz de şimdi arkanıza yaslanın ve  ‘güldürü ustası- tiyatro sanatçısı’ Müjdat Gezen’in anlattıklarına kulak verin:
Usta Müjdat Gezen kendine has üslubuna vücut dilini ve mimiklerini de katarak, sesinin tonunu da buna göre ayarlayarak söze başlıyor:
‘İstanbul’da şampiyonluk maçı var!..
Beşiktaş 1-0 alırsa şampiyon, Galatasaray bir puan alırsa, berabere kalırsa şampiyon!
Tamam mı?’
Bu arada ‘Pardon’ diyerek karşısındaki ünlü spor yazarlarına soruyor:
‘Kova Osman kimin kalecisiydi, Fener’in mi?’ diye soruyor…
Diyeceksiniz ‘Beşiktaş- Galatasaray maçıyla Fenerbahçe kalecisinin ne işi olabilir?
Anlatmaya devam edeyim:
Karşısında oturan Spor Yazarı Hıncal Uluç, ‘Galatasaray’ın’ diye atılır ve ‘teessüf ederim, nasıl bilmezsin?’ der gibi, ‘Aaaa… rica ederim!’ der…
Golü atan Müjdat Gezen istifini ve hareketlerini bozmadan devam eder;
‘Galatasaray’ın değil mi?’ diye Hıncal Uluç’u tasdik ederek, ‘O bilir!’ der ve cümlesini şöyle tamamlar:
‘Ben hem Osman abimden hem de babamdan dinledim de, ondan!’

İLK KEZ

Bu arada ben de bir iki laf edeyim:
Hıncal Ağabey Ankara’da spor yazarlığı yapıyordu.
Sonra biz İzmirliler, İstanbul’un basındaki hegemonyasını kırmak için İstanbul’da büro açtık ve başına da ‘Laz Kenan’ dediğimiz arkadaşımızı getirdik.
Çeşitli engellemelerle karşılaştık…
Sonra oyunu kuralına göre Dinç Bilgin ağabeyimizle oynadık…
Bizans oyunlarını yine onların düzenleri gibi oynayarak yıktık…
Tabii bu arada önemli paralar verilerek büyük transferler yapıldı yeni kadrolar için bunların içinde Hıncal Uluç da vardı…
Ve en çok satan gazete olunca yazarlarının da popülitesi arttı.
İşte o zamana kadar spor yazarlar tuttukları takımı gizler, ‘tarafsız gözle bakıyoruz’ derken, Hıncal Uluç önce maçlara Galatasaraylı olduğunu belirten sarı kırmızılı kıravat, çeket, şapka ve benzeri kıyafetlerle gelmeye başladı.
Sonuç mu bugünlere geldik..
Fanatik taraftar gibi kulüp hastası tipler ortaya çıktı…
Bu arada şunu da belirteyim:
Gülgen Ergen’in bir ara bir ulusal gazetede yazılarının karşılığı aldığı 25 bin lira sosyal medyada konuşuluyor.
Bu astronomik maaş yeni ortaya çıktı ve her yerde her zaman olduğu gibi bizi ikiye böldü:
Herkes ‘haklı’ ya da ‘haksız’ yani olumlu veya olumsuz görüşlerini belirtiyor…
Bu bir şey değil…
Hala bazıları var ya, aldıkları rakamları söylersem dudak uçurtur…
Biraz meraklı olan duymuştur…
Şu kadarını söyleyeyim:
Boğazda, hem de kıyıda bir villa sahibi olanlar bile var..
Bazılarına bazı şoförlerin getirdiği içi para dolu çantalar da zaman zaman sızdı..
Ne oldu?
‘Gözlerimi kaparım, vazifemi yaparım’ a…
Vazife ne?
Artık bunu da siz düşünün, bulun…
Şimdi Müjdat Gezen’in harika anlatımına dönelim;

METİN OKTAY’DAN ÖNCE

“Ağbi, ‘Baba Hakkı’ santrayı biraz geçiyor, Beşiktaş’ın Kaptanı ve bir vuruyor, top fileyi yırtıyor ve çıkıyor Şeref Stadından…
Babam (Hakem) aut veriyor!”.
Bu arada Hıncal Uluç lafa katılıyor, ‘Yaşamdan dakikalar!’ başlıklı programda…
‘’Çırağan’ın bahçesi.., Kum havuzu…’
Müjdat Gezen, başını sallayarak heyecan ve hareketle devam ediyor:
‘Top denize kaçtı mı, bir saat bekliyorsun! Sandalcılar getirecekler de…’ derken, bir üçüncü kişi Sunay Akın lafa karışıyor:
‘Balıkçı getirecek de maç devam edecek!’
Hıncal Uluç, ‘Sudan şişmiş bir top geliyor… Kafa vurunca boyun fıtığı oluyorsun…Ayvayı yedin yani!
Müjdat Gezen, ‘Memeli derler buna… ‘
Alnını göstererek sözünü sürdürür;
‘Buraya gelirse deler, falan!’
Burada ben lafa karışayım:
Yazımın başında belirttim, bütün Türkiye’ye olduğu gibi tabii ki İstanbul’daki maçlara da çok gittim…
Genelde İstanbul’da yazılarını en fazla beğendiğim, şimdi Karşıyaka’da oturan Lebib Timor ile buluşurdum. (Cumhuriyet’in spor muhabiri),
O da öğrenciydi, iktisat okuyordu galiba…
Anlatılan ‘Şeref Stadı’ genelde ikinci, üçüncü lig maçlarının yapıldığı alandı.
Şimdi burada Çırağan Sarayı’nın otel kısmı var…
Beşiktaş’ın antrenman sahası ya da alanı gibiydi.
Efsane takım Göztepe’den İstanbul’da üç büyüklerden Beşiktaş’a tek transferi olan Nihat Yayöz ve Beşiktaş’ın çalışmasını izlemek için Boğaz’ın dibindeki bu alana gider izler, görüntülerdik…
Orada ne kum havuzu, ne de sandalcılar vardı, benim hatırladığım kadar…
Ayrıca; Beşiktaş maçlarını ‘İnönü’ ya da bu ismi ağzına almak istemeyenlerin söyledikleri ‘Dolmabahçe’ stadında oynarlardı…
Stadın adı ‘İnönü’, semtin adı ise deniz kıyısındaki ‘Dolmabahçe Sarayı’ ile ‘Saat kulesinden’ alınan Dolmabahçe…
Bilmiyorum anlatabildim mi?

‘KOVA OSMAN’ BİLİR

Müjdat Gezen devam ediyor:
“Seyircinin yarısı ‘gol!’ diye ayağa kalkıyor, 
Yarısı hakeme bakıyor falan…
Baba Hakkı, Hakem olan babama diyor ki;
‘Necdet!.. Gol bu!...’
Hakeme öyle hitap ediyor, çünkü babamdan büyük…
Baba Hakkı orada herkesten büyük!
40 küsur yaşında, düşün…
Babam (Hakem) diyor ki, Osman’a soralım:
‘Yiyen o, değilse gören o!... Yanından geçti!’
‘Osman, gel buraya!’ diyorlar, santraya geliyor!
Babam, Baba Hakkı, Kaleci Osman…Galatasaray’ın kalecisi…’
‘Sen’ diyor, ‘Gördün!...’
‘Gol müydü, aut muydu?’
‘Yahut da, dışarı mı çıktı, içeriden delip de mi çıktı?’

NE DESİN?
 
Müjdat Gezen şimdi kendi hatıratını anlatıyor…
(Söylemişti ya, ‘olayı hem babamdan hem de Kova Osman’dan duydum!’) diye…
“Gol desem bizimkiler dövecek!
‘Gol değil, aut desem Hakkı ağbi dövecek, hem de o an!...
‘Görmedim!’ dedim…’
Baba Hakkı’dan bir tokat!
‘Sen de adam değilsin!
Git!’ demiş,,,
Gol verilmemiş!,,
Müjdat Gezen sonucu şöyle dillendiriyor:
‘Babam dedi ki; Hakkı bir gol daha attı, Beşiktaş Şampiyon oldu… Eğer o golü atmasalardı ben denizde (boğazda) idim…
Hakemi denize atıyorlar…
Nasıl Karşıyaka Alsancak stadında galip gelince, yüzlerce kişi Körfez vapurunu doldurup, kaptana siren çaldırarak Karşıyaka’ya gidiyor ve bazı taraftarlar sevinçle kendilerini atlayarak denizin sularına bırakıyorlarsa, Şeref stadında da hakemlerin sonu denize atılmak oluyormuş…
Tabii ki bu ‘mizansen’ diye adlandıracağımız bir hikaye…
Ama gerçek olan şu İzmir Yün Mensucat ve Damlacık ’tan yetişen İzmirspor’un şampiyonluklarında imzası olan Galatasaray ve Milli Takımın golcüsü Metin Oktay’ın bir Fenerbahçe maçında attığı, çok yazılan çizilen anlatılan ağları yırtan golü…