Haluk Narbay’dan aldığım mektup, beni önceki yıllara götürdü…

‘Acaba, büyük kentlerin hastalığı İzmir’de yine hortluyor mu?’ diye düşündüm…
Önce mektubu paylaşayım, sonra görüşümü ve yorumumu yapayım:
‘Yeni yılın ilk çalışma gününden, selamlar sevgiler.
Göz muayenesi için Alsancak’taki Dünya Göz Hastanesine geldik.
Bu bölgede aşırı park sorunu var.
Hastanenin bulunduğu cadde ( Atatürk Spor Salonu önü, bir takım adamların işgalinde!
Park etmek isteyen araçlardan 25’ er lira alıyorlar.
Aksi halde park edilmesi mümkün değil.
Trafik şikâyet hattına da bildirmek istedim, sistem maalesef çalışmıyor.
Şunu sormak istiyorum;
Sağlık hastanesi önündeki yollar ve kentin her yanındaki caddeler belediyeye bağlı İzelman’ın denetiminde değil mi?
Tabii ki böylece alınan ücret, hizmet olarak bize dönüyor…
Peki burası niçin belirsiz kişilerin tapulu malı mıdır ki onlara bırakılmış?
Trafik lütfen bunlara mani olmalı…’
Herhalde Haluk Bey, uzun süredir Urla’dan ya da Karşıyaka’dan Alsancak’a uğramamış..
Çünkü bizlerin ve İzmirlilerin bildiği Atatürk Spor Salonu’nun adı onarımdan sonra değiştirildi.
Onun da hatırlayacağı gibi girişteki ve salondaki Atatürk fotoğrafları da kaldırıldı.
Yani tarif gençler tarafından yanlış anlaşılmasın diye bu bilgilendirmeyi yapma ihtiyacını duydum.
Belki anımsar, polis adliye muhabirliği yaptığım bir dönemde, bir Trafik müdürü ile asayiş müdürü anlaşmış ve bir ceza maddesi bulmuş, korsan birkaç korsan otoparkçıyı, anımsadığım kadarıyla 4 ya da 5 yıl ağır hapis istemi’ ile savcılığa ve adliyeye göndermişlerdi.
Herhalde emniyetin kayıtlarında bu vardır.
Yani istenirse bu iş anında çözülür…
Bu güzel uyarı ve bilgilendirmenizi Alsancak’ın önceki muhtarlarından, Ziraat Y. Mühendisi Sevil Dokuzer büyüğümüzün bir mesajı ile yanıtlayayım:
Sevil Dokuzer ablamız, dillendirdiğim bir sorunu şöyle yorumlamış:
‘Teşekkürler Eyice;
Halk bilgilendirilirse, başkanının ne yapıp yapmadığını anlar…
Aksi halde kulaktan duyma ile olmaz…
Siz gazeteci arkadaşlarımıza bu hizmetleriniz için çok teşekkür ediyorum…’
Yani İzmir’de tüm kurumlarda halkla ilişkiler ve basın birimleri var.
Hepsi de ağzına kadar dulu…
Çalışan çalışmayan, liyakatli liyakatsiz, hepsi var.
Yani içlerinden biri bile görevini yerine getirse yönetimdeki kişi ya da kişiler olaylardan, istek ve şikayetlerden bilgi sahibi olurlar.
Önemli olan, gerekenin yapılması…
Hani yazışmalarda ‘Gereken yapılacaktır!’ deniyor ya, öyle değil…
Elli tutulur, gözle görülür olmalı…
Bizler de inanmalıyız, görmeli ve duymalıyız…