Hikâye hep yabancı uzmanlarla başlıyor…

Belki de daha önceden, 50-60 yıl önceden…
Hatta 1961 yılında Almanya’ya trenle ilk işçilerimizi gönderdiğimizde…
Daha önceye gidersek 1950’lere…
Amerikan Marshall yardımına kadar…
Bir iki küçük örnek vereyim:
‘Afrika’ya yardım!’ dernekleri kuruldu, onları sömüren ülkeler tarafından…
Nasıl biz ‘Komşumuz açken, biz tok yatamayız!’ diyorsak, büyüklerimizden öğrendiğimiz gibi…
Onlar da, ‘Siyahların sayesinde beyler gibi yaşıyoruz, ama onlar ölürse bizim halimiz nice olur, yerlerine kimleri buluruz?’ diyerek, aç kalmamalarını ama sürünmelerini sürdürecekleri bir seçenek buldular.
Tohumların genetiği ile oynayarak, fazla ürün almayı sağladılar…
Ama bu başta İsrail olmak üzere yine birilerine yaradı…
Hatta bize de bu tohumları getirttiler…
Daha düne kadar ‘kabak gibi’ karpuzları yemedik mi?
Benim 25 yıldır ‘karpuzcum’, arkadaşımız Balıklıovalı Mehmet Dönmez’e birkaç yıl önce, komşularım Tayfur Göçmenoğlu, Ünal Tümin, Işık Ersan ile Urla’da sohbet ederken, kendisine ‘Neden?’ sorusunu sormuştuk…
Belki hatırlar!
Üretici Mehmet Dönmez de, ‘İsrail tohumundan!’ demişti..
Bu herkesin işine geliyordu, tüketicinin haricinde…
Birincisi ‘kabak tadında’ da olsa, karpuzlar ‘Diyarbakır Karpuzu’ büyüklüğünde oluyordu…
Yani kilosu artıyordu…
İkincisi; daha solu oluyordu…
Ağırlık arttırıcı idi…
Üçüncüsü, ‘kan kırmızı’ idi…
‘Kesmece’de sorun yoktu…
Kazanç daha iyi idi…
Yalnız Karpuz’da değil…
Birçok üründe durum bu idi…
İlaç firmaları da kimyasalları ortaya saldılar….
‘Hormonlu’ salatalıklar, tarladan kamyonlara yüklendikten sonra, büyük şehirlerdeki hallere gidinceye kadar, boyları iki hatta üç misline çıkıyor, kasalara sığmaz hale geliyordu…
Şoförler anlatıyor:
‘Sabaha kadar çatur- çutur seslerle’ biraz da ‘korku’ ile ‘Ne oluyor?’ endişesi ile nakliyemizi yaptık!’
‘Hormondu, kimyasaldı, genetik yapı idi, şu idi bu idi!’, diyerek bugünlere geldik..
Hastanelerde kuyruklar oluşturduk…
Gelelim zamanımıza:
Başta siyasiler, uzmanlar, herkes ‘tarım politikamızı’ eleştiriyor…
Sonra da üreticiye, köylüye şunu anlatıyor:
‘Malınız ziyan oluyor, birkaç komisyoncu, aracı, satıcı büyük para kazanıyor… ‘
Tarlada para etmeyen ürün, manavda üç dört misline satılıyor…
Sonuçta verilen sözler şöyle:
‘Malınızı daha pahalıya sattıracağız!’
İşte en büyük kazık burada başlıyor…
Çünkü kazığın büyüğünü yine tüketici, yani halk, bizler sizler yiyeceksiniz…
Sistem ve düşünce yanlış:
Doğrusu mu?
‘Bolluk olacak, bereket olacak!’
Fiyat artışı ile kimse kazançlı çıkmaz!
Bolluk ve bereket olursa herkes karlı çıkar…
Bunu örnekleriyle sık anlatacağım…
Yani iktidar da muhalefet de, uzmanlar da herkes yanlış yolda ve düşüncede…
Avrupalıların ya da Amerikan emperyalistleri gibi düşünüyorlar…
Güngörmüş insanlarımız alışverişten sonra ne derler?
‘Bereketini gör!’
Bolluk bereketi ve huzuru getirir…
Bu da yerli tohumla olur…
Tabii ki çiftçi bulabilirse!...