‘Büyük!’ sözcüğünün küçük kaldığı Nazım Hikmet, ‘Yüreğini vermeli insan; sıktığı ele, kucakladığı dosta, dokunduğu omuza, gülümsediği yüze, baktığı göze, dinlediği söze!’ dedikten sonra nedenini de şöyle açıklamış;

‘Çünkü; verdiğimiz kadar alacağız bu dünyadan! Yani ektiğimiz kadar biçebileceğiz!
Ne eksik, ne fazla!
Sadece hak ettiğimiz kadar!’
Yüksek Lisans yaptığını sonradan öğrendiğim Foto Muhabiri Mehmez Özdoğru’ya anımsattı, Moskova’da ‘anıt’ gibi yapılan mezarını ziyaret ettiğim, dua yaptığım Namık Kemal gibi ‘Vatan Şairi’ Nazım Hikmet!
Ege Üniversitesi İletişim Fakültesinin yönetiminde radyodan sonra şimdi de yenilenmiş ekipmanlarıyla bir de ‘EÜ’ Televizyonu var.
Çalışkan Dekan Prof. Dr. Dilek Takımcı’nın bir programını seyrettikten sonra, beğenmiş ve üyesi olmuştum.
Son seyrettiğim program ise Dr. Öğretim Üyesi Ahmet İmançer’in yönettiği ‘Delanşör!’ isimli programdı…
Dikkatle takip etmeme iki önemli neden vardı:
Birincisi emekli olmasına rağmen işini yana foto muhabirliğini bırakmayan Kemalpaşalı Mehmet Özdoğru idi…
İkincisi benim de 50 yılı aşkın yazarlığım dışında görüntülerimi kendim çektiğim için…
Bazen kendimi alamıyor, hatıra fotoğrafı çekenlerin ellerinden cep telefonlarını alıp onlara yardımcı olma isteğimdi.
Hatta bunu en yoğun şekilde İstanbul’da adalara birlikte gittiğimiz Gazeteci arkadaşlarım Muzaffer Tezel ve Enver Kaya idi…
İşin garip tarafı ben hep çektim, neredeyse benim görüntülerim yok gibi…
Sadece öncesi Başbakan ve Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel ile bir Anadolu seyahatinde yanyana birbirimize dayanmış şekilde seyahat arkadaşlarımdan birinin çektiği fotoğraf var.
İzmir Gazeteciler Cemiyeti yönetiminde iken yaptığı ziyarette o fotoğrafı göstermiş ve imzalatmıştım.
Bir de önceki Başbakanlarımızdan Bülent Ecevit ile eşi Rahşan Ecevit’in ‘Seninle hiç fotoğrafımız yok!’ diyerek minibüsün içinde beni aralarına alarak çektirdikleri fotoğraf var.
Benim tanıdığım akademisyenlerden biri de Prof. Dr. Mehmet Koştumoğlu…
Bir gün patron Aydın Bilgin, ‘Bütün herkes bundan böyle fotoğraf dersi alacak!’ demişti…
Karşımıza o zaman Doçent olan Mehmet Koştumoğlu çıktı…
Bana, ‘Beni fotoğrafçı ve akademisyen yapan sensin!’ dedi…
Şaşırdım!
Meğer lise öğrencisiyken bizim Akhisar Muhabirliğimizi yapıyormuş Prof. Dr. Mehmet Koştumoğlu…
Bir tren kazasının görüntülerini gönderince, ben ‘Böyle fotoğraf mı çekilir?’ diye oldukça sert konuşmuş ve nasıl çekmesi gerektiğini anlatmışım…
O da, ‘Görürsün sen!’ demiş, üniversitede fotoğrafçı olmuş, İngiltere’de yükseğini yaparken yine aynı konu üzerinde uzmanlaşmış…
Güzel Sanatlar Fakültesinde de bu bölümü kurmuş…
Demek ki, biraz da olsa faydan olmuş…
Foto Muhabiri Mehmet Özdoğru bir ara, Dr. Öğretim Üyesi Ahmet İmançer’i güç durumda bıraktı…
Söylediği gerçeklerden biri idi!
İletişim fakültelerinden medyaya giren, ilk adımını atmadan önce, ‘çekirdekten’ dediğimiz ‘Alaylı’ foto muhabirlerini beğenmiyorlar ve arada buz gibi havanın esmesine neden oluyor…
Tabii hepsi için geçerli değil su sözler….
Ben o öğrencilere ya da mezunların çok haklı oldukları çok önemli gerçeklerin olduğunu da biliyorum.
Zaten benim ‘fotoğraf çekmeme’ bir çok ödül almama neden de bunlar yüzünden…
Çoğu da elenip gitti…
Ama Dr. Öğretim Üyesi Ahmet İmançer’i kutluyorum…
O kadar güzel bir bağlantı yaptı ki, çerçeveletip duvara asmak lazım…
Alaylı – mektepli foto muhabirleri için özetle şöyle dedi:
‘Öğrencilerin büyük bölümü belli bir eğitimden, uygulamalardan geçiyor. Hiç bir zaman fakülte ile piyasanın kuralları bir olmaz. Burada tüm etik kurallar hakkında bilgiler verilmesine rağmen sektöre gittiğinde, etik kuralların bir çoğunun uygulanmadığını görüyoruz. Tekelleşmiş medyanın de kendi içinde bazı kuralları var. Rayına oturmuş, özlük hakları ve güvencelerin olması çok önemli…’
Aslında burada onlarca, yüzlerce ‘kunta – kinte’ hikayesi ile karanlık oda olaylarını, yetişmek isteyenin ya da işe yeni girenin önüne ne kadar önemli engeller çıkarıldığını yazmak isterdim… Ama yerin bitti…
Belki bir gün bunları anlatırım…
Geçenlerde ‘bir sokağa ya da parka adının verilmesini’ önerdiğim gerçek Foto Muhabiri Erdal Göndem’den, spor fotoğrafında, Menemen’de çektiği amatörler maçı ile dünya birincisi olan Mehmet Ali Okumuş’tan, ya da ‘eski ile yeni’ (Konak’taki caminin minaresindeki hoporlörle) yine dünya birincisi olan rahmetli Tufan Aksoy ile birçok değerimizi anlatacaktım..
Lafın özü; birkaç ciltlik kitap olur…
Konu şudur: Sev beni seveyim seni..